İstanbul nasıl bozuldu
Pazar Sohbeti
5 Haziran 2022
0:00
0:00
anahtar kelimeler
metin
Cumhuriyetin ilk yıllarında İstanbul’a vize uygulanmalı mıydı? Köprüler kentin silüetini bozmuş mudur? Tarihi bir şehrin geniş bir meydanı olmaz mı? Günlerce gezilecek bir arkeoloji müzesi niçin yok?
Sonuncusu doğru değil. İstanbul’da gerçekten günlerce gezilecek bir arkeoloji müzesi var. İstanbul Arkeoloji Müzesi dünyanın en iyi arkeoloji müzelerinden biridir. Unutulmaz şaheserler var. Görmediyseniz mutlaka gidin görün. Asıl efsane bölümü Osmanlı’nın son yıllarında Osman Hamdi Bey’in yarattığı müzedir. Ondan sonra Cumhuriyet döneminde ekledikleri kocaman galeriler var, onlar %90 oranında çöp. Asıl tarihi bina içinde olan, müzenin Osman Hamdi Bey zamanında yapılmış çekirdeği, dünyada benzeri az olan arkeoloji müzelerinden biridir. Atina’ya rakiptir. British Museum’un arkeoloji seksiyonu ile boy ölçüşemez gerçi ama yine de öyle bir müzesi olan bir şehirde yaşadığınız için şanslısınız.
Tarihi bir şehrin geniş bir meydanı olmaz mı? Vallahi Avrupa’da olur, gayri yerde olmayabilir. Şark şehirleriyle Garp şehirleri farklıdır. Şark şehirlerinin kendine özgü bir lezzeti vardır. Kudüs’ü düşünün, Tebriz’i gördük, Saraybosna’yı, Kahire’yi düşünün. Bunlar güzel şehirler. Tabii öte yandan şöyle bir gerçek var. Batı’nın çok güzel olan eski şehirleri modernleşirken, bir şekilde, daha zengin oldukları için, ideolojik olarak buna daha yatkın oldukları için, geçmişleriyle tam bir kopuş yaşamadıkları için, ana yapılarını büyük ölçüde korudular. Dışa doğru çirkin bir kanser gibi büyüdüler, ama iç kısımlarını büyük ölçüde korudular. Dolayısıyla çok güzel eski şehirleri var tüm Avrupa ülkelerinin. Prag’ından tut, İtalyan şehirlerine, Varşova’ya, Lizbon’a kadar.
Evet, onlarda meydanlar var ve bunlar güzel meydanlar. Şark şehirlerinde ise ana meydan pek yoktur. Marakeş geliyor aklıma istisna olarak, ama İstanbul’un, Kahire’nin, Halep’in adamakıllı bir meydanı yoktur. Daha önemlisi, şark şehirleri modernleşirken eski şehirlerini yok etme yoluna gittiler. Şark ülkelerinin geçmişi 20. yüzyılda bir çıkmaz noktasına gelip reddedildiği için ‘aman, aman, eskimiş, yık gitsin’ denildi. Ve Eminönü Meydanı gibi, Karaköy Meydanı gibi, Taksim Meydanı gibi ucubeler çıktı ortaya. Bir meydan organik bir şekilde hiçbir zaman tasarlanmadı. Var olan eciş bücüş sokaklar, mahalleler yıkıldı, üstünden dozer geçildi, al sana meydan denildi. Meydan değil onlar, şehir boşluğu, şehir yokluğu. Eminönü Meydanı bir meydan değil, bir kaos, bir kabus, bir yıkıntı alanı ve ilk açıldığı 1930’lardan beri bir türlü kendine gelemedi. Bir çirkinlik alanı olarak kaldı. Keza Karaköy Meydanı, Taksim Meydanı da öyle. Taksim Meydanını planlayacağız dediler. Planlaya planlaya bir türlü başaramadılar ve bugüne kadar da olmadı. Oturmadı. Beyazıt Meydanı oturmadı.
Şehrin klasik şark şehri dokusu reddedildi, inkar edildi, istemiyoruz bunu denildi. Haklı tarafları da vardı belki, çünkü geçmiş yapının sürdürülebilir bir yanı yoktu. Kimliğini kaybetmeden nasıl modernleştirebiliriz sorusuna cevap bulunamadı, o yüzden yıkıldı. Fakat yeni bir sentez yaratılamadı. Dolayısıyla Türkiye’nin bütün şehirleri, yalnız Türkiye’nin değil, Mısır’ın da, Suriye’nin de, bütün bu ülkelerin eski şehirleri manasız, kişiliksiz birer yığışmaya dönüştü. Size hayret edeceğiniz bir şey söyleyeyim. Eski Osmanlı veya İslam şehir dokusundan bugün en iyi korunmuş olanlar Hristiyanların yönetimi altına girmiş olanlardır. Buyurun Üsküp, Saraybosna, Mostar, Gümülcine, öbür tarafta Tiflis. ‘Modernize’ etmeye çalışmamışlar, kendi haline bırakmışlar ondan. Yahut belediye müdahale etmeye kalktığında Müslüman ahali savunma refleksine geçmiş, dokundurtmamış, belki de ondan.
Eski Şark şehrinin merkezi meydan değildir, çarşıdır. Kapalı çarşı ve kapalı çarşının etrafındaki labirentlerdir. Başka bir tat, başka bir lezzet, çok da güzel bir şey. Ama bunu mesela otomobil medeniyetiyle nasıl bağdaştırabilirsin belli değil. Bunun çözümü bulunamadı bugüne kadar.
Yollar genişletildi. Daracık, eğik bükük sokaklar düzletildi. Çıkmaz sokaklar Şark şehirlerinin en karakteristik özelliklerinden biridir, bunların üstünden greyder geçildi, yol açıldı. Kenarındaki evler Tarlabaşı’nda olduğu gibi bir sıra tıraşlandı. Dokuyu korumak için hiçbir çaba gösterilmedi. ‘İğrenç bunlar, yıkalım’ yaklaşımı tercih edildi. Ahşap evler yenilenmedi. Yerine yeni bir mimari ekolü de getirilmedi. Ne yapıldı? Çürük diş gibi birtakım apartmanlar, birtakım gecekondulardan oluşan kaotik bir manzara yaratıldı bu yolların etrafında.
Köprüler kentin silüetini bozmuş mudur? Ben zannetmiyorum. Her üç köprü de güzel görünen köprüler. Boğaz’ın silüetini rahatsız eden bir şey değil. Bunların bağlantı yolları, yani şehrin içinden otoyol geçirilmesi başka bir hadise. Ama onu bütün dünya şehirlerinde görüyoruz. Otomobil medeniyetinin kaçınılmaz bir sonucu olarak görünüyor.