İspanya ile Portekiz neden battı
Pazar Sohbeti
29 Mayıs 2022
0:00
0:00

metin

Bir zamanlar Avrupa’nın en güçlü, en zengin ülkeleri olan İspanya ve Portekiz’in sonradan sefil olmalarının sebebi nedir?
12-13 yıl önce Olivares ve Richelieu konulu bir kitap okumuştum, John Elliott diye bir adamın, epey aklımı kurcalamış bu konu. Olivares, 1620’lerden 1640’lara kadar İspanya’nın baş veziri, gerçek yöneticisi. Richelieu tam aynı tarihlerde Fransa’nın patronu. 1620 yılında İspanya hala Avrupa’nın muhtemelen en zengin ülkesi. 1640’a gelindiğinde Fransa açık farkla Avrupa’nın en güçlü, en zengin devleti. İspanya, küt diye inmiş aşağıya. Dolayısıyla tam o döneme yoğunlaştırmak, hikayeyi oradan okumak lazım.
Tabi bunun bir arka planı da var. 1500’lerin başında İspanya gitti, Amerika kıtasını fethetti. Tarihin gelmiş geçmiş en büyük imparatorluğu haline geldi. İnanılmaz bir servet akmaya başladı Amerika kıtasından. Özellikle Güney Amerika’da Potosi madenlerinden bütün Avrupa’nın ekonomik sistemini çökertecek miktarda gümüş geldi İspanya’ya. İspanya büyük bir şaşaa dönemine gitti. İnanılmaz büyüklükte saraylar, dehşetli kiliseler, sanat eserleri, müzik, şu, bu, derken kültürel anlamda Avrupa’nın birinci ülkesi oldu.
Gümüş akımı 1560’larda zirve yaptı, ondan sonra inişe geçti. İnişe geçmesinde çeşitli faktörler rol oynadı. Birincisi gümüş madenlerinde randıman düştü. İkincisi, gümüş konvoyunu İngiliz ve Holandalılar her sene vurmaya başladılar. Yani, İspanya otuz gemiyle gümüş taşıyor Amerika’dan, yolda Holandalı yahut İngiliz korsanlar basıyor, gemilere el koyup götürüyorlar, kendi devletlerine yüklü bir komisyon ödüyorlar. En önemlisi ise şu. Amerika kıtası iskan edildikçe idari kurumlar, devlet yapılanmaları, ordular, şehirler kuruldukça, overhead masrafları, yani çıkarılan gümüşten Amerika’ya kalan pay arttı. Yerel elitler ve yöneticiler kendi haraçlarını, kendi hak edişlerini talep etmeye başladılar. Öyle ki 1620’lere gelindiğinde Amerika’dan İspanya’ya gelen gümüş miktarı 1560’a oranla yarı yarıya düşmüştü.
Daha da önemli bir husus, İspanya Devleti bir yamalı bohçaydı. Fransa gibi değildi. Daha doğrusu İspanya, bir krallık değildi. Kastilya ve Aragon iki ayrı krallıktı. Portekiz üçüncü krallıktı, İspanya kralına tabiydi o tarihte. Balear Adaları ayrı bir krallıktı. Barcelona kenti ayrı bir devletti. Navarra krallığı kuzeyde ayrı bir birimdi. Her biri ayrı yasalara, ayrı meclislere, ayrı politikalara, ayrı vergilendirme usullerine tabi olan, birbiriyle devamlı kavga halinde olan devletlerdi. Bu sebeple İspanya Krallığı içte sistemli ve güçlü bir vergilendirme düzeni kuramadı. Fransa’dan en büyük farkı budur. Fransa daha önce bir yamalı bohçayken merkezi bir devlet yapılanmasını 1500’lerin başından itibaren kurmuştu; Richelieu zamanında tamamen sistemleştirmeyi başardı. İspanya’da ise şöyle bir hadise vardı. Krallığın merkezi Kastilya’ydı. Kastilya’da, Kastilya soyluları ve Kastilya’daki Katolik Kilisesi vergiden muaftılar. Bunun üzerine vergiye tabi olan diğer krallıklar, Aragon ve Navarra, onlar ödemiyorsa biz de ödemeyiz havalarına girip her üç dört senede bir kriz çıkardılar. Katalanlar sürekli isyan halindeydiler. Galicia Krallığı vardı kuzeybatıda, birtakım şehir ve kasabalardan oluşan bir federasyon yapısındaydı, biraz İsviçre’yi andıran konfederal bir yapılanma. Onlar da neredeyse aralıksız vergi itirazları ile kaynaştılar.
Bunlarla başa çıkamadı İspanya. 1640 tarihinde Portekiz bağımsızlık ilan etti, bir iç savaş sonucunda İspanya’dan ayrıldı. 1640’ta Fransa’da buna eşdeğer bir şeyi düşünemiyoruz. Çünkü merkezi devlet ve ordusu güçlü. Güçlü mali kaynaklara sahip. Vergiyi çatır çatır topluyor; ayrılmaya kalksa Brötanya’yı böcek gibi ezecek kaynakları var.
Bir diğer faktör kilise mülkleri. Ortaçağ sonlarında kilise kurumu bütün ülkelerde ekonomik kaynakların önemli bir kısmına sahipti. İngiltere’de Protestan reformu oldu, kilise mülkleri yağmalandı. Manastır mülkleri müsadere edildi. Bir kısmını özel şahıslar kaptı, şükraniye bedeli olarak 8. Henry’nin kasasına yüklüce bir haraç ödediler. Bir kısmına kraliyet el koydu, bunları özel şahıslara peşkeş çekti, karşılığında para aldı, hazinesini doldurdu. Fransa’da Protestanlık başarılı olamadı, fakat uzun süren din savaşları esnasında kilise mülklerinin önemli bir kısmı özel şahısların eline geçti. Bunların büyük çoğunluğu Protestandı ve Protestanlık yenilince, 1580’lerden başlayıp 1640’larda tamamlanan bir süreçte bu şahısların mallarına devlet el koydu. Hazine dolup taştı. Oysa İspanya’da bunların hiçbiri olmadı. 17. yüzyıla gelindiğinde ülkedeki arazinin yüzde yirmiden fazlası hala kilisenin mülküydü. Dolayısıyla İspanya kralı, Fransa kralının yanında çok yoksul bir kral olarak kaldı. Bunun sonucunda da İspanya 17. yüzyılda hızla gerileyerek Avrupa’nın fakir ülkelerinden birine dönüştü.
Amerika’nın keşfinden önce de fakir bir ülkeydi İspanya. Hiçbir zaman bir İtalya’nın yahut da Fransa’nın zenginliğine sahip değildi. Bir meteor gibi yükseldi ve meteor gibi düştü.
Bugün dünyaya hakim olan Amerikan İmparatorluğunun gelişmesi ve evrimi hakkında bu örnekten ne sonuçlar çıkarabiliriz? Onu da ayrıca düşünmek lazım.