İslam kitap dini mi
Pazar Sohbeti
28 Haziran 2020
0:00
0:00
anahtar kelimeler
metin
İslam ve Yahudilik neden nefret dolu dinler? Ortaya çıktıkları dönemin koşullarından dolayı mı?
Değil. Gerek Tevrat, gerek Kuran nefrete çok yer veren kitaplar, bu bir gerçek. Düşmanını öldür, kes, yok et prensibi üzerine üzerine kurulu, bugün doğal saydığımız insani ahlak kurallarından çok uzak metinlerdir her ikisi de. Her ikisi de kompleks metinlerdir, yani içlerinde o yöne de bu yöne de çekilebilecek birçok şey vardır. Fakat günümüzde Yahudiliğin nefret dolu bir din olduğunu hiç kimse söyleyemez. Aksine tüm dünya dinleri arasında muhtemelen en akılcı, en pasifik, en sakin, en uzlaşmaya yatkın dini haline gelmiştir. Taassup var tabii, ama düşmanlık yok, ya da çok derine gömülmüş.
İslam’ın da ne bugünkü şekline, ne de Arabistan çölünde neşet ettiği ilk günkü şekline kanmamak lazım. 13. yüzyıl, 14. yüzyıl İslam’ına baktığınız zaman dünyanın en sofistike, en şehirli, o çağın koşullarında en entelektüel dinlerinden birini bulursunuz. Demek ki sosyal koşullara göre dinler bukalemun gibi renk ve kabuk değiştirebiliyorlar ve değiştiriyorlar. Bugün İslam’ın içinde bulunduğu içler acısı durum, hiç kendinizi kandırmayın, bir yenilginin sonucudur. Bir ezikliğin, bir çaresizlik duygusunun sonucudur. 19. yüzyılda da en azından Osmanlı İslam’ı, yahut Hint İslam’ı, ne nefretle, ne cihatla dolu bir kültürdü. Aksine dinlemeye ve karşılıklı bir şeyler öğrenmeye ya da herkesin dini kendine kardeşim, canım sizin de kendinize göre doğrularınız vardır elbette demeye yatkın bir dindi. 19. yüzyılın gerek üst düzey elit literatürüne, gerek halk söylemine bakın. Tevekkülü ön plana çıkaran, bu dünyadaki kazanımların boş olduğu fikrine dayalı bir İslam anlayışıdır.
Bugün bambaşka bir yerdeyiz. Ezilmiş, küçülmüş, sonra bir yay gibi geri fırlamış bir hadiseyle karşı karşıyayız. Bugünün İslam’ı ile tarihteki 1400 yılın İslam’ı arasında büyük uçurumlar var. Ne yazık ki Türkiye’de bugün gerek İslam’ı ciddiye alanlar gerek ona karşı antipatiyle dolu olanlar, her ikisi de İslam tarihi konusunda tüyler ürpertecek ölçüde cahil olduğundan, bu hakikatin kavranması ve tartışılması zor. Benim bilgimin çok derin olduğunu söyleyemem, ama sözlük çalışmalarım nedeniyle 13. yüzyıldan 19. yüzyıla dek Türkçe sahasında üretilen İslami literatürü epey okuma imkanı buldum. Siz de okuyun. İçinde yaşadığınız ülkenin ve kültürünün tarihini bilmek önemli bir şey, yoksa çok boş konuşursunuz.
Okursanız şunu göreceksiniz. İslam bu ülkede 19. yüzyıla gelinceye kadar son derece elit söyleme sahip bir dindir. İki ayrı düzeyde böyledir. Birincisi, tarih boyunca İslam her zaman çok dinli bir toplumda egemen azınlığın dini olmuş. Osmanlı devletinde 19. yüzyıl ortalarına dek Müslümanlar çoğunluk değildi. Azınlıktılar, fakat devletin sahibiydiler. Dinleri bir egemen zümre diniydi. Elinde silah tutanların ve kendilerini doğuştan üstün sayanların diniydi. Bütün söylemi de bunun üzerine kuruludur. Bir elit söylemidir. İkincisi, nominal olarak Müslüman olan toplum içinde büyük bir kesim cahil sınıfına girmekteydi. Bilginin ve cehaletin kıstası dindi o çağda. Cahil demek dinden haberi olmayan, kitapta yazan din yerine yatırlara, evliyalara, ruhlara, cinlere, perilere inanan, hurafelerle ve batıl inançlarla dolu olan kişi demekti. Dolayısıyla İslam demek, hem İslam toplumu içinde yarı İslam ve yarı cahil olanlara karşı, hem toplumun büyük bir kısmını oluşturan gayrimüslim zümrüye karşı bir elit pozisyonuna sahip olmakla eş anlamlıydı.
Şimdi geldiğimiz noktada orada değiliz artık. 20. yüzyıl başından itibaren iki tane büyük olay oldu. Bir, gayrimüslim nüfus kayboldu. Tarihte ilk kez Müslümanlar Müslümanlarla baş başa kaldı. Üstünlük taslayacağın, sen atla gezerken onun yayan yürüyüp boyun eğmesini bekleyeceğin bir zümre kalmadı. İkincisi, bir dizi tarihi tesadüf sonucu, Türkiye’nin ve diğer İslam ülkelerinin elit zümresi İslam’dan uzaklaştı. Batı’nın egemenliğini gördü, bundan korktu ve adına sekülarizm ya da laiklik denilen bir çeşit tatlı su İslam’ına, Müslümanız ama Müslüman değiliz gibi bir pozisyona çekildi. Dolayısıyla has, su katılmamış İslam söylemi tarihte ilk kez avam sınıfının, cühela denilen kesimin elinde kaldı. Onların malı haline geldi.
İslam’ın sahibi ve koruyucusu bugün taşradır. Taşranın ciddi bir eğitim almamış yerel muteberleridir. Dolayısıyla bugünün İslam’ı artık bir elit söylemi değildir. Bir avam söylemine dönüşmüştür. Bunun entelektüel sonuçlarını, söylemsel sonuçlarını düşünün bir. 150 sene öncenin İslamı yahut 500 sene öncenin İslamıyla bugünün İslamının aynı mahluk olmadığını göreceksiniz. Birtakım görüntüsel özelliklerini koruması işin süs tarafıdır, kabuk tarafıdır. Aynı kitap, aynı formüller, aynı namaz, aynı Kabe filan, bunlar işin simgesel tarafıdır. Ruhu farklı.
Örnek vereyim. 13. yüzyıl İslam edebiyatının en zengin olduğu çağdır. Mevlana’sından tut, Sâdî’sinden tut, Ömer Hayyam’ına kadar bütün o dönemin şairlerine, yazarlarına, öykücülerine, risalecilerine vesaireye bakın. Bugün İslam’la neredeyse özdeş hale gelen bir başörtülü bacı modelimiz var biliyorsunuz. O edebiyatta bunun izini bile göremezsiniz. Bin Bir Gece Masallarına bakın. Bin Bir Gece Masalları kolektif bir eserdir, bir çağın kültürel aynasıdır adeta. Çağın tüm sevilen öykülerini bir araya getiren bir koleksiyondur. Bu öykülerde kadınlar son derece güçlü, son derece entrikacı, şehvet delisi tiplerdir. Erkekleri ele geçirmek için yapmayacakları puştluk yoktur. Büyük maceralara gözü kapalı giren kadınlardan söz edilir. Hepsi kurnazdır. Hepsi erkekleri parmaklarında oynatır. Şeytanın aklına gelmeyecek kumpaslar kurarlar.
Gerçekte öyleydiler demiyorum. Bir kültürel söylemden söz ediyorum. İslam kadını deyince ne anlıyorsunuz diye soranlara Bin Bir Gece Masallarını okuyun deyin. Kafalarındaki imaj darmadağın olacaktır.