Irkçılık ne zaman normal olur
Pazar Sohbeti
22 Mayıs 2022
0:00
0:00

metin

Suriyeli göçmenler Türkiye’nin yaşamını, çevresini altüst etti. Bunun bir problem olduğunu söylemek ırkçılık mıdır?
Büyük çaplı göç her toplumda ve daima tepki doğurur. Bu temel bir insani gerçekliktir. Buna ırkçılık mırkçılık diye karşı çıkarsan, kendini kandırmış olursun. İnsanoğlu, alışkanlıklarına ve törelerine bağlıdır. İçinde yaşadığı toplumun ve çevrenin kendine has lezzetini, davranış biçimlerini, dilini, üslubunu sever. Ayakkabı kapıda mı çıkarılır, bir buçuk adana ne demektir, kumpir nasıl yenir, yengeye ne hediye alınır, Erzurumlu şoförle muhabbete nereden girilir, düğünde önce kimle dans edilir, bunların hepsi insanın hayatına anlam veren, insanın hayatını şekillendiren geleneklerdir. Kültür denilen şeydir. Ve insanlar her zaman biz ve ötekileri törelerine göre ayırırlar. Irk, cilt rengi önemsiz bir detaydır, önemli olan töredir. Bizim törelerimiz başka, yabancıların töreleri başka. ‘Bize uymaz.’
Şu ayrımı göz ardı etmemek lazım. Eğer yabancı sayıca azsa, üç kişi, beş kişi, çoğu zaman konukseverlikle karşılanır. İnsanlar onları sever, kollar, yardımcı olur, evlerine alır, her fedakarlığı yaparlar. Yeter ki az olsunlar. Çünkü az yabancı, sana kendi törenin üstünlüğünü kanıtlayan bir detaydır. Çünkü ‘biz burada böyle yaparız’. Siz yabancısınız, dolayısıyla zayıfsınız. ‘Biz zayıfları koruruz.’ Püf noktası zayıf olmalarıdır. Onların zayıflığı senin törenin üstünlüğünün bir kanıtıdır. ‘Vah gariban, bilmiyor. Yardımcı olalım.’
Ne zaman ki yabancılar sayıca çok olmaya başlarlar ve dolayısıyla senin ortamını, toplumsal gerçeğini, yaşadığın mekanı etkilemeye başlarlar, sevdiğin ortamı ve yaşam tarzını zedelemeye başlarlar, o zaman işin şekli değişir. Düşmanlık başlar. Her yerde böyledir bu. İstediğin kadar insanlara ırkçılık karşıtlığını aşılamaya çalış, istediğin kadar eğitmeye çalış, imkanı yoktur. En ilerici, en solcu, en kozmopolit, en hoşgörülü insan bile yaşadığı çevreyi etkilemeye başlayan yabancılara karşı ani ve beklenmedik şekilde düşmanca tepkiler gösterir. Türkiye’deki tepki buraya has bir şey değil, gayet tipik bir davranış. Fransa’da da aynı şey var, İngiltere’de de aynı, ABD’de de aynı. Bütün dünya şu anda bu krizi yaşıyor. Aşırı boyutta uluslararası göç oldu ve bunun sonucu olarak insanlar eyvah yurdumuz elden gidiyor paniğine kapıldılar. İnsan sonuçta tavuktan yahut da koyundan çok farklı bir mahluk değil. Tavukların da kümesine yabancı birkaç tavuk atarsan hepsi birden saldırır ve gagalamaya başlarlar. Temel bir içgüdüdür.
Fransa’da vay efendim Marine Le Pen yabancılara düşmanlık ediyor, İslamofobiyi körüklüyor, vay aşırı sağcı, vay ırkçı diye heyecana kapılmak manasız bir yaklaşım bence. Fransa toplumunun kahir çoğunluğu, ülkede sayıları çok artan göçmenlerden ve bunların asimile olmayı reddetme eğiliminden nefret ediyor. Memlekette demokrasi varsa elbette birtakım siyasetçiler bunu kullanacaktır. Halk çoğunluğunun duygularına hitap etmeye çalışacaktır.
Bu, işin bir yönü. Şimdi öbür yönünü söyleyeyim. Tarihteki örneklere bakıyorum. Büyük çaplı bir göçün tersine çevrilebildiği bir vaka hiç görülmemiş. Yok böyle bir şey. Ülkene 3 milyon, 5 milyon Alman yahut Japon gelmişse bunlar geri gitmez. Gitmemiş, tarihte hiç öyle bir şey olmamış. Çünkü insan yaşamı bu, insan geliyor buraya, üç sene, beş sene bir şekilde bir hayat kuruyor, çocukları doğuyor. Öleni, gömüleni oluyor. Evleniyorlar. Alışkanlıklar ediniyorlar, iş ediniyorlar. İçinde yaşadıkları sokağı sevmeye başlıyorlar. Bunlara kalkıp geri gideceksin demek olmayacak duaya amin demektir. Birkaç kişi gider belki. Normal olarak gitmezler. 1071 yılında Türkler de buraya geldi, bir daha da gitmediler. Almanya’daki Türkler de geri gitmiyor.
Dolayısıyla ya seve seve ya öbür türlü bir şekilde göçmenlere alışacak Türk toplumu. Ha, akılcı politika nedir? Bunların adaptasyonu kolaylaştırıcı, eğitime ağırlık veren, yani eğitmek yoluyla bunları Türk toplumunun usul ve alışkanlıklarına uydurmaya çalışan, olası çatışma noktalarını minimize eden, belki coğrafi olarak fazla yoğunlaşmalarını önleyici politikalar güden bir devlet bu problemle başa çıkar. Türkiye’nin bu konudaki performansı iyi midir? Biraz uzak kaldım ama zannediyorum oldukça iyi. Yani başka birçok ülkeye oranla daha akılcı ve mülayim bir şekilde ülkenin başına gelen bu afetle başa çıkmaya çalışıyorlar. Ve bundan başka da bir çıkış yolu yok. Çünkü geri gitmeyecek bu insanlar. Gidecek diyenler sadece halkı kandırıyor ya da kendini kandırıyor.
Ne olacak ben size söyleyeyim. İki üç kuşak sonra, bu insanların hepsi biz öz Türk evladıyız, ecdadımız Orta Asya’dan gelmiş, Süleyman Gazi zamanında kısa bir süre Suriye’ye uğramışlar ama çok değil, birkaç gün orada kalmışlar, demeye başlayacaklar. Nasıl bugün Türkiye nüfusunun yüzde yetmişi, sekseni bu masala kanıyorsa, nasıl ki Aleviler bile bizim atalarımız Horasan’dan geldi masalıyla kendilerine bir buralılık payesi kazandırıyorlarsa, aynı şekilde Suriye’den, Afganistan’dan, Kuzey Irak’tan, şuradan ve buradan gelenler de, bir süre sonra, o zamanın ulusal mitolojisi her neyse, o ulusal mitoloji çerçevesinde kendilerine bir geçmiş uyduracaklardır. Çünkü geçmiş uydurmak çok kolay bir şey. Masrafı yok, zahmeti yok. Getirisi de çok büyük.
İnsanlar kendilerinin ve ailelerinin geçmişi konusunda her zaman yalan konuşur. Geçmişe dair en hoş, güncel anlatıya en uygun, muhatabına ‘ooo ne güzel’ dedirtecek olan hikaye neyse, o hikayeyi anlatırlar. Milli tarih öyle oluşur. Millet dediğin şey de, aslına bakarsan, öyle anlata anlata ortaya çıkan hayali varlığın adıdır.