İnsan hakları nereden gelir
Pazar Sohbeti
1 Ocak 2023
0:00
0:00

metin

İnsan haklarının kaynağı nerededir? Haklar doğumla kendiliğinden mi kazanılır yoksa külliyen insan yapımı birer proje midir?
İnsan hakları diye 20. yüzyılın ikinci yarısında yeniden isimlendiren şeyin eski adı, doğal hukuktur. Doğuştan gelen haklar teorisi, natural rights yani. Bu teoriye göre, insanoğlunun insan olmaktan ileri gelen birtakım temel ve vazgeçilmez hakları vardır. Devletler, bu haklara saygı göstermek zorundadırlar. Eğer göstermezlerse, o devletler gayrimeşru olur ve bu devletleri gerekirse şiddet kullanarak devirmek hak olur.
Bu teori, genel kabule göre Aydınlanma çağının insanlığa en büyük armağanıdır. Genelde öğretildiği şekliyle İngiltere’de 1688 ihtilalini izleyen günlerde Whig Partisi ve onların bir sözcüsü olan John Locke adlı filozof sayesinde net formülasyonuna ulaşmış. Fransa’da büyük rağbet görmüş, 1780’lere doğru bir fırtına gibi eserek tüm Avrupa ülkelerine hakim olmuş ve iki önemli belgeyle, Amerikan anayasasına eklenen Vatandaş Hakları Bildirgesiyle ve Fransa’da ihtilal meclisinin kabul ettiği İnsan ve Vatandaş Hakları bildirgesiyle zirve noktasını bulmuş.
Bunlar insanın tüylerini ürpertecek ölçüde idealize ve yüksek bir dille yazılmış ilke deklarasyonlarıdır. Ezcümle derler ki, insanların doğuştan gelen vazgeçilmez hakları vardır. Bu hakları onlara devlet veya toplum vermez. İnsan olmanın gerektirdiği haklardır. Devletlerin varoluş amacı, bu hakların korunmasını ve savunulmasını sağlamaktır. Siyasi düşünce tarihinde bunun kadar radikal ve cesur ve insanı onurlandırıcı bir başka teori olduğunu düşünmüyorum.
Elbette ki mittir. Elbette ki efsanedir. İnsan toplumuna ait olan her şey, insanlar arası mutabakatın sonucudur. Sorunuzdaki bir formülasyona itiraz edeceğim. ‘Külliyen insan yapımı birer proje midir’ dediğinz anda birileri bunu tasarlamış da koymuş izlenimi doğuyor. Oysa öyle değil. Gerçekler sübjektif ve objektif olmak üzere iki çeşit değildir, üç çeşittir. Bir objektif, iki sübjektif, üç intersübjektif. Yani insanlar arası ortak kabuller üzerine kurulan şeyler. Hukuk da intersübjektif bir gerçektir. İnsanların birbirlerini anlattıkları bir anlatılar manzumesidir.
Bu kavram yeterince açık mı, bilmiyorum. Çok şeyi anlamanıza yardımcı olacak bir kavramdır. Bir yandan diyoruz ki bu haklar, hukuklar yapay bir şeydir, konvansiyondur. İnsanların icat ettiği bir şeydir. Fakat insanların icat ettiği bir şey, tüm insanlar tarafından benimsenip veri kabul edildiği zaman objektif bir gerçeklik kazanır. Sen, ben, öteki, beriki, devlet, polis, vatandaş, avukat, hepsi de belli varsayımlar üzerine, belli bir öykü üzerine davranışlarını yönlendiriyorlarsa, o öykü objektif bir gerçektir. İnsanın bu dünyadaki varoluşunu belirleyen fiziki bir güç haline gelmiştir.
Örnek vereyim. İlk duyduğunuzda şaşırtıcı gelebilir, ama düşünürseniz gayet basit bir şey. Eski Sümer ve Akat şehir devletlerinde tanrıların mülkleri vardı. Yani İnanna, İştar ve vesaire, bu tanrılar ve tanrıçalar gerçek şahıslar gibi mülk sahibiydiler, filan yerdeki bağı satıp onun yerine falan yerde bir arsa satın alabiliyorlardı. İşçi tutuyor, maaş ödüyorlardı. Sonuçta, hukuki belgede yazıyorsa Tanrı bunu sattı diye, evet Tanrı satmıştır. Bugünün hukukunda mesela vakıf dediğiniz şey nedir ki? Şirket dediğiniz şey nedir ki? Limited şirket bu işi yaptı diyorsunuz, hani nerede limited şirket? Yok. Ama var mı limited şirket? Var tabii. Objektif bir gerçektir limited şirket. Çünkü intersubjektif alanda var olan bir varlıktır. İnsanlar arası kabul üzerine kuruludur.
Aynı şekilde doğal hak veya insan hakları dediğimiz şey de prensipte intersübjektif bir gerçek olarak 18. yüzyıldan başlayıp 20. yüzyılın bir aşamasına kadar dünyaya damgasını vurmuş bir teoridir. Benim her zaman büyük hayranlıkla andığım ve hakikaten insanlık tarihinin en önemli adımlarından biri olarak değerlendirdiğim bir fikirdir.
Ne yazık ki bugün geldiğimiz noktada bu teori iflas etmiştir. Artık yok öyle bir şey. Birtakım cılız yaşam belirtileri hala hissedilmeye devam etmekteyse, bunlar bir cesedin son seğirmeleridir. Merkezileşmiş bürokrasilerin değişmez düsturu, önce düzen gelir sonra insan ilkesi dünyaya hakim olduğundan bu yana, değişmez ve vazgeçilmez özgürlükler fikri ıskartaya çıkmıştır. Çöpe atılmıştır. Bence hastalığın ilk belirtisi, gelecek olan felaketin son derece masum görünen ilk küçük adımı, 1980-81 yılından itibaren tüm dünyada otomobilde kemer takmanın yasal olarak zorunlu kılınmasıdır. Daha önceki hukukla alakası olmayan yepyeni bir adımdır bu. Çünkü insan hakları fikri üzerine kurulu olan hukukun temeli, başkasının hakkına tecavüz etmediği sürece bireyin eylemlerinin devletin ilgi ve yetki alanı dışında kaldığı ilkesidir. Başkasına zarar vermediğin sürece istediğini yapmakta serbestsin. Başkasına zarar vermeye başladığın noktada hakem olarak devlet araya girer. Yaptığın iş başkasına dokunmuyorsa bana ne? Devlete ne? İstersen intihar et. İstersen imkansız dağlara tırman. İstersen okyanusta yüzmeye çık. Ölürsen ölürsün, zararın kendine.
Bu ilke, ilk kez 1980-81 yıllarında kemer kanunları ile delindi. Dediler ki, başkasına zarar vermen şart değil, kendine zarar vermeni Devlet olarak biz önleyeceğiz. Çünkü bak istatistiklere, kaç kişi ölüyor kemer takmadığı için. Ölüyorsa ölüyor, sana ne? İnsan dediğin ölür. Bu noktadan başlayan süreç, son iki üç yılda, sahte bir salgın bahane edilerek, kişi ve vatandaş haklarının radikal bir şekilde imha edilmesi noktasına vardı. İfade özgürlüğü kavramının internet dünyasında pabucunun dama atılmasıyla sonuçlandı. Gitgide daha fazla entegre, daha fazla silahlı ve topluma düşman nazarıyla bakan bürokrasilerin dünyaya egemen olmasıyla birlikte, İnsan Hakları Bildirgesinin can damarı olan doğal hukuk öğretisi piyasadan kalktı. Kapandı o defter. Çok yakında tahminimce okul müfredatlarından da kaldırılacaktır, resmi tarih öğretisinden de silinecektir. Bugün Batı dünyasına egemen olan ideoloji açısından insan hakları öğretisi zararlı bir ideolojidir artık. Çok uzak olmayan bir gelecekte sözünün edilmesi dahi suç olursa şaşırmam.