İlk Türkçe roman hangisi
Pazar Sohbeti
5 Aralık 2021
0:00
0:00
anahtar kelimeler
metin
Vartan Paşa’nın Akabi hikayesi adlı eserini okudunuz mu? Edebiyat tarihlerinde genellikle görmezden gelinen ve Tanzimat sonrası ilk romanlar arasına aanılmayan bir eser. Bunun nedeni sizce nedir?
Son sorunuzu latife olarak değerlendiriyorum. Evet, okudum Akabi Hikayesini. Türkçe yayınlanan ilk telif romandır. 1851-52 gibi bir tarihte Ermenice harflerle basıldı. Vartan Paşa Dışişleri Bakanlığı’nın tercüme bürosu şefiydi. O dönemde, Islahat Fermanından sonra gayrimüslim paşa lazım oluyordu kontenjanı doldurmak için, onu da paşa yapmışlar. Böyle bir roman yazmış. Bu roman uzun zaman bilinmiyordu, Andreas Tietze, Avusturyalı profesör, bundan 25-30 sene önce Latin harfleriyle ilk defa basımını gerçekleştirdi. Türk edebiyat tarihçileri tarafından, üniversitelerin edebiyat fakülteleri tarafından ölüm sessizliğiyle karşılandı elbette. Kerli ferli prof. dr.’ların hiç biri, yahu biz Türk romanı tarihi yazmıştık, 1876’da Taaşşuk-ı Talat ve Fitnat’la başlatmıştık, bari şuna bir dipnotu ekleyelim şimdi demedi. Edebiyat dergilerinde haşin tartışmalar olmadı. Sütçü İmam Üniversitesi’nde master tezleri ısmarlamadılar ilk Türkçe roman hakkında. Sadece entel dantel takımının magazin dergilerinde yalan yanlış birkaç makale çıktı, yaa, Ermeni kardeşlerimiz de roman yazmış, yuh bize havalarında.
Yine Vartan Paşa’nın Boşboğaz Adam isimli ikinci bir romanı var, öbüründen bir iki sene sonra çıkan. Henüz Latin alfabesine çevrilmedi. Bir arkadaşım onun üzerine doktora çalışması yapıyordu, ne oldu bilmiyorum. Başka buna benzer birkaç Türkçe roman daha var 1850-60’larda Ermeni hurufatıyla basılan. Arap harfleriyle Türkçeye çevirilen ilk roman, biliyorsunuz, Fénelon’un Telemak’ıdır, sonradan sadrazam olan Yusuf Kâmil Paşa çevirmiştir, Zeynep Kâmil hastanesinde adı geçer. Halbuki ondan dört yıl önce Eugene Sue’nün Paris Sırları çevrilmiş Türkçeye, Ermenice harflerle. Victor Hugo’nun Sefiller’inin ilk Türkçe çevirisi 1862’de Münif Efendi’nin kaleminden Mağdurîn Hikayesi adıyla tefrika edilmeye başlandı, fakat o tefrika daha tamamlanmadan Krikor Çilingiryan çevirisiyle Ermeni harfleriyle kitap olarak basıldı. Cervantes’in Don Kişot’u da Arap harfleriyle çıkmadan birkaç yıl önce Ermeni harfleriyle çıkmıştır.
Neden önce onlar diye soralım isterseniz. Buradaki püf noktasını yakalarsanız pek çok şeyi anlıyorsunuz. Osmanlı kültürü bir aristokrat kültürdür. Kültürlü sınıfa mensup olmanın şartıydı, son derece ağdalı bir Osmanlı diliyle yazabilmek. Bu eğilim, 1850’lerden itibaren kırılmaya başladı. Daha sade bir dille, ayrık cümleler halinde, kompleks tamlamalar kullanmadan yazı yazma çığırını açan Şinasi’dir, peşinden Namık Kemal’dir. Fakat bu dönüşüm vakit aldı. Osmanlı yazı Türkçesinin popüler anlatıya uygun bir şekilde sadeleştirilmesi, Osmanlı elitinin kibrinin bir miktar törpülenerek basit insanların anlayabileceği bir dille de edebiyat yapılacağının farkına varması 19. yüzyılın sonlarını buldu. Oysa Ermenilerde o gelenek yoktu. Ermenilerin laikleşmesi Türklerden bir iki kuşak önce hayata geçmişti. Geleneksel kültürün kalıplarından kopmaları, modern eğitimin yaygınlaşması ve Avrupa normlarında ifade biçimlerinin benimsenmesi daha erken gerçekleşti. Dolayısıyla roman gibi, erkekler kadar kadınların da okuması için yazılan, eskiye oranla çok daha geniş bir çevreye hitap eden, süreli yayınlarda tefrika edildiğinde satış artıran yazın türü daha erken ilgi çekti. Ermenice de yazdılar tabii. Fakat popüler yayınlar Ermeniceden çok Türkçeydi. Türkçeyi daha esnek ve kıvrak olarak yazabilecek kültürel altyapıya sahiptiler.
Türkiye toplumu modernleşme sürecinde hangi ihtimallerle karşılaştı, hangi yollara gidebilirdi de oraya değil buraya saptı? Bunları anlamak için böyle şeyleri incelemek lazım diye düşünüyorum.