İkiz Kuleleri kim vurdu
Pazar Sohbeti
12 Eylül 2021
0:00
0:00

metin

Dün 11 Eylül 2001 İkiz Kuleler saldırısının 20. yıldönümüydü. 30 kadar Orta Doğulu genç, Amerika’nın çeşitli bölgelerindeki pilotluk kurslarında pilotluk öğrenmiş, yolcu uçağını füze gibi kullanabilecek kadar becerikli pilot olmuşlar. Amerikan istihbaratının ruhu duymamış. Bu kişiler, çeşitli havaalanlarında dört tane uçağı kaçırma planı yapmışlar, ellerinde silah olarak kullanabilecekleri cisimlerle güvenlik kontrollerinden geçmişler, sorunsuz dört uçağı da kaçırmışlar. Ekiplerden biri bile yakalanmamış. Amerikan polisinin ruhu bile duymamış. Kaçırdıkları uçakları daha önce defalarca birilerinin hedef gösterdiği binalara yönlendirmişler. Nereye uçtukları belli olmasın diye uçakların transponderlarını kapatıvermişler. Amerikan hava savunma sisteminin ruhu bile duymamış. Uçaklardan ikisini bir saat arayla o iki binaya çakmışlar. Dünyanın gözünün önünde binalar yerle bir olmuş. Sonra bu olayı öne sürerek Amerika herkese savaş açmış, birkaç trilyon dolarlık bir sektör oluşmuş. Bu masala inanan, her masala inanır bence.
Doğru söze ne buyurulur? Bu vesileyle iki noktaya da ben parmak basayım.
Bir kere, yine önceki gün bu vesileyle duyduk ki, 11 Eylül saldırılarının sanıklarının henüz yargılanmaları başlamamış. 20-30 kişilik bir ekip, başlarında Halid Şeyh Muhammed isimli bir şahıs var. Henüz yargılanmadılar. Yakında yargılama başlayacakmış ve mahkeme başkanının kanısına göre yargılamanın üç yıl kadar sürmesi bekleniyormuş.
Yargılanacak olan kişiler yıllardan beri Guantanamo askeri üssünde, daha doğrusu esir kampında barındırılıyorlar. Ağır işkencelerden geçirildikleri ve özellikle Halid Şeyh Muhammed’in 159 defa cinsel tecavüze uğramış olduğu avukatı tarafından ileri sürülüyor. Guantanamo’da yargılanacak olmalarının şöyle bir özelliği var. Guantanamo üssü ABD toprakları dışında olduğu için, Amerikan hukukunun birtakım yasal ve anayasal korumalarından mahrumlar. Askeri yasaya göre Divana Harpte yargılanacaklar. Biliyorsunuz, bir mahkemede yargılanıp mahkum olmadan hiç kimse hukuken suçlu sayılamaz. Oysa 11 Eylül saldırılarını el-Kaide isimli bir örgütün yaptığına ilişkin iddia, şu 20 yılın sonunda hala mücerret bir iddiadan ibaret. Mahkeme önünde savunulmuş ve kanıtlanmış değil. Bir iddia sadece. Üstelik bu iddiayı ileri süren taraf olayla arasında karmaşık çıkar ilişkisi olan, hatta potansiyel olarak zanlı olabilecek bir taraf. Üstelik bu taraf, patolojik denecek seviyede yalan konuşmaya düşkün olduğu bilinen bir aktör.
Şöyle bir an düşünün, kafanıza dank etsin bu olgu. El-Kaide isimli bir örgüt bunu yaptı, şahıslar da şunlar, şunlar, şunlar diyorlar. Beyni Usame bin Laden isimli birisiydi, örgütleyicisi de 159 defa ırzına geçtiğimiz Halit Bey. E hani kanıt dediğin zaman, ah diyorlar, 20 yıl geçti ama henüz mahkemeye sıra gelmedi. Sözümüze güvenin yeter.
İkincisi, biliyorsunuz olaydan yıllar sonra, 2011’de Amerikalılar Pakistan’da bir evi komandolarla basıp Usame Bin Laden olduğunu iddia ettikleri birini orada öldürdüler. Ya da öldürdüklerini iddia ettiler. Konuşmasına fırsat vermeden öldürdüler. Uçağa koydular, sonra yolda cesedini denize attılar. Şimdi, ortada son derece esrarlı detaylarla dolu bir soruşturma var. 20 yıldır soruşturmayı tamamlayamamışlar, düşünün ne kadar esrarengiz bir hadise. Bu soruşturmada bir numaralı tanık olması gereken kişiyi getirip sorguya çekmek yerine öldürmeyi tercih ediyorlar ve öyle bir şekilde öldürüyorlar ki cesedinin izi dahi bulunamıyor. Dünyadaki her medeni ülkede adli tabip, yani koroner, yahut savcının görevlendirdiği bir tabip ölüm raporu vermeden bir kimsenin hukuken öldüğüne hükmedilemez. Çünkü ölüm hükmünün ciddi sonuçları vardır. Mirası ne olacak? Karısı varsa sosyal sigortadan dul maaşını nasıl alacak, bir daha evlenmek isterse nasıl evlenecek? Ölenin polisten araması varsa nasıl düşürülecek? Vergi borçlarına ne olacak, şirket hisseleri varsa kime kalacak? Uzun yıllar, hatta İslam hukukunda ‘sittin sene’, yani 60 yıl, kayıp olması lazım ki, ondan sonra öldüğüne hükmen karar verilebilsin. Ortada ceset yok. Usame Bin Laden’in öldürülmüş olduğuna dair hukuken geçerli bir delil yok. Çünkü adli tabip tespit etmemiş, evet şu şu şu görüntüye sahip olan bu kişi ölmüştür dememiş.
Diyeceksiniz ki ortada kapı gibi itiraf var, Usame bin Laden ekrana çıktı takır takır itiraf etti, daha ne istersin? Ceza muhakemeleri usulünden birazcık haberiniz varsa o soruyu sormazsınız. Çünkü soyut itiraf, tek başına itiraf, delil başlangıcıdır. Kanıt oluşturmaz. Çünkü insanlar yalan konuşur. İtiraf edenler de yalan konuşur. Bir kişinin bu cinayeti ben işledim demesi, o kişinin mahkum edilmesi için yeterli neden değildir.
İtiraf lehine karine oluşturabilecek bir faktör şudur, itiraf eğer senin mahkum edilmene, yıllarca hapis yatmana yol açacaksa kimse böyle bir yalanı kolay kolay söylemez diye varsayılır, varsayılabilir. Fakat itiraf eden uzaktan telefonla itiraf ediyorsa, dolayısıyla yakalanma ihtimali yoksa, bunun delil değeri sıfırdır. Aksi kanıtlanmadıkça yalan olduğu bellidir. Soruşturmayı saptırmaya yönelik bir tekniktir. Telefon edersin, o cinayeti ben işledim dersin. İyi gel o zaman cezanı verelim denince, yok gelmeyeyim ben. Normal dünyada böyle bir şey olduğunda, aksine sağlam kanıt yoksa hakim kale bile almaz, yalan olduğuna hükeder.
Usame bin Laden isimli adam kariyerinin büyük bir kısmında ABD istihbarat teşkilatlarının has adamı olmuş. Alt düzey falan değil çok üst düzey bir operatör olmuş. Amerika’nın hesabına İslamcı örgütlenmeler yaratmakla uğraşmış, Afganistan’da Rus istilasına karşı Amerika’dan aldığı lojistik destekle, malzeme desteğiyle, para desteğiyle ciddi bir mücadele vermiş. Bosna iç savaşında bulunmuş, Aliya İzzetbegoviç ile görüşmüş, Bosna’ya dünyanın çeşitli yerlerinden İslami militanların getirilmesine aracılık etmiş bir kişi, böyle bir insan. Kardeşleri ve çocukları halen batı dünyasının çeşitli ülkelerinde, İngiltere’de, İspanya’da ve Amerika’da hali vakti yerinde rahat bir hayat yaşıyorlar, lazım geldiğinde İngiltere kraliyet ailesine milyon sterlinlik bağışlarda bulunuyorlar. Bu kişinin 2001 saldırılarından aylar önce, ölümcül böbrek hastalığından mustarip olduğunu ve bu nedenle Birleşik Arap Emirlikleri’nde hastaneye yattığını Fransız istihbaratı bir ara basına sızdırmış, sonra bilemediğimiz bir nedenle o haber kaldırılmış. Ve bu insan hangi tarihte çekildiği belli olmayan, nerede çekildiği belli olmayan birtakım videolara çıkıp, ben patlattım diyor Dünya Ticaret Merkezi binalarını.
Çok fazla yalan konuşuluyor size. Yani birazcık akıl gözüyle baktığınız zaman görürsünüz ki dehşetli bir yalan örüntüsüyle karşı karşıyayız. Başa çıkmak çok zor bu gerçekle. Mecbursunuz, basit soruları sormakla başlayacaksıznız. Zamanla daha karmaşık sorulara da gelir belki sıra.