Hukuk, İslam, Allah kelamı vs.
Blog
30 Temmuz 2021
0:00
0:00
anahtar kelimeler
metin
“Laik toplumlarda kanunlar kutsal değildir. Zaman içinde insanların gelişen ihtiyaçlarına göre hukukta iyileştirme yapılabilir. Laik toplumlarda insanlar kendi yasalarını yapar, tanrı onların dünyada yaptıklarına karışmaz.”
Kanunları alelumum ‘insanlar’ yapmaz. ‘Birileri’ yapar. “Kanunlar zaman ve zemine göre değiştirilebilir” dediğiniz zaman kimin ne zaman ve hangi koşullarda değiştirebileceğini de belirtmeniz gerekir. Yoksa birileri çıkar “arkadaşlar yarın beni padişah ilan edeceğiz” der, yahut gece yarısı torba yasa çıkarır, gık diyemezsin.
Karşı taraf haklı mıdır, haksız mıdır ayrı mevzu. Ama laiklik hayranlarının yüz senedir halâ karşı tarafın gerekçesini fark etmemiş görünmeleri hayreti muciptir. Karşı taraf diyor ki, kanunlar kutsaldır. Yani kafana esti diye zırt pırt değiştiremezsin. O yetkiyi sana verirsek sonucu kaçınılmaz bir kesinlikle zorbalıktır, hukukun paçavra edilmesidir. Hukuku zamana uydurmak gerekiyor ise nasıl uydurulacağına devlet sopasını elinde tutanlar değil, ak sakallı alimler karar versin.
Ayrıca, müsterih olun, tanrı bir şeye karışmaz. Çünkü tanrı hayaldir. Sadece yasa yapmanın farklı yöntemleri vardır.
“Roma imparatorluğunda kanunlarla toplumda kutsal olan ve olmayan net bir şekilde ayrılmıştır. Laiklik esas alınmıştır.”
Biraz Roma tarihi bilen bilir ki Roma hukuku ve siyasi kurumları iliğine kadar dini inanç ve törelerle yoğrulmuştur; dinsizliğin, dine zarar vermenin cezası ölümdür. Merak ediyorsanız Mommsen yahut Fustel de Coulanges okuyun. Eski Roma dini geniş meşrepli olduğundan insanları çok üzmemiştir. Hristiyanlık resmi din olduğunda ise muhtemelen insanlık tarihinin en feci yobazlık sahneleri yaşandı. Yanlış inanç sahipleri acımasızca kovuşturuldu, tapınakları yakıldı, dini zulümden kaçanlar yüzünden koca vilayetler ıssız kaldı.
Kutsal olanla dünyevinin ayrışması Batı Avrupa Ortaçağının eseridir. Roma devleti Batıda yıkılınca kilise uzun süre tek medeni otorite mercii olarak kaldı. Sonra devletler yeniden güçlenince gücünü onlarla paylaşmamak için çatır çatır direndi. Sonunda otoriteyi paylaşmaktan ve birbirinin alanına fazla bulaşmamayı kabul etmekten başka çare bulamadılar.
Doğu Roma’da devlet çökmediği için böyle bir şey olmadı. Ne Bizans’ta, ne Rusya’da, ne Osmanlı’da o yüzden din ve devletin ayrılması diye bir şey duyulmamıştır.
“Kuran’ın tanrıdan geldiğine inanıldığından değiştirilemez özelliği vardır. Bu durumda Kurandaki toplum yönetim yasalarını, hukuku değiştirebilir misiniz? Değiştiremezsiniz.”
Kuran’da birtakım şiirsel imgeler, muğlak deklarasyonlar, ne manaya geldiği belirsiz meseller ve bolca öfke krizi vardır. Hemen her ayetin zıddını söyleyen bir ayet illa ki bulunur. Bu tuhaf metinden (ve onu tamamlamak için uydurulan on binlerce hadisten) bir hukuk sistemi kendiliğinden üremedi. Üretmek için çağın en parlak alimleri canhıraş bir gayretle 200 sene uğraştılar. Ürettikleri sistemi yorumlamak için, eskisi kadar parlak olmayan varisleri bin küsur senedir hala uğraşıyor. Siz orada değiştirilmez bir tanrı yasası bulduğunuzu iddia ediyorsanız yolunuz açık olsun.
İslam hukukunun iki ana yolu ve dört tali mezhebi (ve tabii bugün terk edilmiş olan onlarca alternatifi) Abbasi devletinin ilk yüzyıllarında oluşturuldu. Yani Kuran’ın telifinden kaba hesap 100 ila 200 yıl sonra. Allah’ı referans göstermeleri politik bir tercihti. Aşırı güçlenen ve meşruiyet zemini sarsak olan halife devletine karşı hukuk mesleği sırtını “Allah kelamına” dayama ihtiyacını hissetti. Buyur askeriye senin, vergi senin, ama hukuk senin tasarrufunda değil, ilmiye sınıfının tekelidir dediler. Senin kılıcın varsa bizim de Allahımız ve kitabımız var diye kendi kendilerini teselli ettiler.
Son derece akıllıca bir hamleydi. Sonuçta ilim mesleğinin yüzyıllar içinde aşırı derecede muhafazakarlaşmasına, kılıç sahibinin tasallutuna karşı istiridye gibi içine kapanmasına yol açtı, o ayrı mevzu.
Bugün “İslam değişir mi? Değişmezz!” diyerek kendi sorup kendi cevaplayanların bu hakikatleri aklında tutmasında yarar vardır. İslam hukuku konusunda ahkam kesmeyi toplumun en cahil ve ezik sınıflarına terk edip sonra onların kalın kafalılığından şikayet etmek pek de rasyonel bir tavır olmasa gerek.