Hayatta güvence lazım mı
Pazar Sohbeti
14 Haziran 2020
0:00
0:00

anahtar kelimeler

metin

Otobiyografinizde hayatınız boyunca düzenli bir gelirinizin olmadığını ve herhangi bir mesleği uzun süre icra etmediğinizi söylemiştiniz. Genç yaşta parasız ve sigortasız yaşamak nasıl bir duygu?
Genç yaşta da aynı, ileri yaşta da aynı.
Hayatımın çok büyük kısmında parasız oldum. Bugün de öyleyim. Hiçbir zaman sigortam olmadı. Hiçbir surette Türkiye’de Seseka, Bağkur falan bağımlısı olmadım, sağlık sigortam da yok, hiçbir zaman olmadı. Sigorta kavramı bana çok yanlış ve ahlaksız geliyor. Emekli maaşım da yok, hiçbir zaman olmadı. Bir kere hayatımda yedi ay kadar sigortalı bir işte çalıştım. O zamanlar bir sigorta yazılmıştır herhalde. Ama bir daha da ne ilgilendim ne de merak ettim.
Bazı dönemler param oldu. Küçük Oteller Kitabı’nı yazarken ve otelcilik yaparken bir ara Türkiye standartlarına göre bir hayli üst bir gelir seviyesine gelmiştik. Gelir para, gider para. Elimde ben para tutamam. Para geldiği anda mutlaka bir projeye girişirim ve o parayı tüketirim. Güzel bir şey yap bu parayla. Hiç biri olmadı, kendine kaya mezarı yap. (Biliyorsunuz bir tane kaya mezarı da yaptım ben.)
Buna karşılık şu gerçek de var ki, inkar etmek haksızlık olur. Okuduğun okul, aldığın eğitim esaslı bir sermayedir. Robert Kolej’de okumuşsan, Amerika’nın kalburüstü üniversitelerinde okumuşsan, parasız da kalsan Kağızman’lı Recep gibi parasız kalmazsın. Türkiye gibi bir ülkede mesela kayda değer herkesi doğrudan ya da dolaylı olarak tanırsın. Yazar, çizer, firma yöneticisi, bankacı, üniversite hocası, meslek sahibi, politikacı, bir sürü insan tanırsın. Başka ülkelerde de, yönetici kadroları tanımasan dahi onlara ne şekilde ulaşılacağını bilirsin. Bunların her birine bir derdin olduğu zaman ya da bir iş yapmaya çalıştığın zaman telefonu açıp, abi şöyleyken şöyle diyebilecek durumdasın. Onlar da seni tanıyor. Seni kafasında belli bir kategoriye yerleştiriyor. Bu adam öncülük gerektiren işler yapabilir, yarın öbür gün işime yarayabilir diye düşünüyor. Bu öyle bir altın bilezik ki elinde, beş parasız da kalsan beş parasız kalmıyorsun. Bir şekilde buluyorsun çıkış yolunu.
Parasız olan herkes, parası olduğu zaman rahata kavuşacağını zanneder. Parayı bir havuz gibi düşünür. Param olsa bu havuza dalar ve içinde yüzerim, kase kase doldurup dökünürüm diye kurar kafasında. Oysa paralı olmak bu çağda havuz değildir, bir ırmaktır. Vehbi Koç da olsan, bir yerde durmuyor o para. Bir yerden geliyor, bir yere gidiyor. Hızlı bir şekilde akıyor. Sen bunun içinde tutunmak zorundasın. Bir yanlış yaptın mı tepetaklak gelirsin. O yüzden ne kadar paralı olursan, o kadar hayatın zorlaşıyor. O kadar sorumluluk altına giriyorsun, kredi altına giriyorsun. Şirket kuruyorsun, şirketin yürümesi lazım. Projelere giriyorsun, proje bir sorumluluktur, yürümezse rezil olursun, ezilirsin, hapse girersin, her şey gelir başına. Paralı olduğun zaman insan istihdam etmek zorundasın. Tek başına yapamazsın işleri. On kişi, yirmi kişi, yüz kişi, bin kişi çalışmaya başlıyor yanında. Büsbütün hayvan değilsen eğer bu insanları insan olarak görüyorsun. Onların sorumluluğunu yükleniyorsun. Çoluğu var, çocuğu var, aşık olduğu kız var, hastalığı var, borcu var, derdi var. İlgilenmek zorundasın, siktir git başından diyemiyorsun. Yanında çalışan insanlara karşı sorumluluk yükleniyorsun. Bu ne demektir? Keyfin istediği zaman gidip tatil yapamazsın. Kapattım lan dükkanı, başınızın çaresine bakın diyemezsin kolay kolay. İlgilenmek zorundasın, işi yürütmek zorundasın, verdiğin sözleri tutmak zorundasın, konferanslara çıkmak zorundasın, tanıtımını doğru yapmak zorundasın. Özeti, yanlış yapmamak zorundasın. O bakımdan paralı olmak insanın özgürlüğünü artırmıyor, kısıtlıyor.
Gençken, parasızken daha özgürdüm. Şimdi de yaşlıyken ve parasızken yine daha özgürüm diye düşünüyorum. Ama dediğim gibi, çok da adil bir bakış açısı sayılmaz çünkü baştan hayata birkaç gol önde başlamışız.
Benim suçum değil, hayat öyle.