Hangi medeniyetler suya gömüldü
Pazar Sohbeti
22 Ocak 2023
0:00
0:00

metin

Buzul çağı sonunda, suların yükselmesiyle yok olan medeniyetler var mıydı? Dini metinlerde geçen Nuh tufanı, o zamanlarda gerçekleşmiş dehşetli bir olayın kalıntısı olabilir mi? Bununla bağlantılı olarak Platon’un Atlantis mekni hakkında görüşleriniz neler?
Netflix’te saçma sapan bir dizi vardı geçenlerde, hala var. Zannediyorum onun etkisiyle sorulmuş bir soru bu.
Medeniyet dediğimiz şey organize bir toplum. Şehir yaşamı, yazı, devlet gibi kavramları gerektirir. Bunlar, insanlığın Milattan önce 3000 yıllarında ulaşmış olduğu bir mertebedir. Son Buzul Çağı’nın sona ermesi ise Milattan önce 10.000 gibi bir tarih. Denizlerin yükselmesi haydi bin sene sürdü diyelim, gene yetmiyor medeni dünya ile buluşmaya. Yanılmıyorsam Fransa’nın güney kıyılarında Akdeniz’in yükselmesiyle sular altında kalmış bazı mağara yerleşimleri buldular. Ama bunlara ‘medeniyet’ demek fazlaca iyimser bir yaklaşım olur.
Nuh Tufanı Tevrat’la yazıyor. Çok fazla genellenebilecek bir tarafı yok, Gılgameş Destanı’ndan Tevrat’a aktarılmış bir Mezopotamya öyküsü. Gayet belirgin bir şekilde Mezopotamya’da, yani Fırat ve Dicle yöresinde gerçekleşmiş büyük bir sel felaketini anlatıyor. Rasyonel bir öyküye oturtulması güç değil. Bir sene acayip yağmur yağmıştır, Fırat’la Dicle taşmış, ortalığı basmıştır, köyler möyler rezil olmuştur. İnsanlar da bunu anlata anlata bitirememişlerdir. Bu tufanda bir adam bir tekne yapıp dolaşmış mıdır? Mümkün değil öyle bir şey. Dünyada iki bin metre yükselip Cudi Dağı’nın zirvesine ulaşacak bir su yok. Onun için bunun bir halk masalı olduğunu kabul etmek lazım. Halk arasında anlatıla anlatıla, süslene süslene, kozmik boyutlara ulaşmış bir masal, bir efsane. Efsanelerin oluşum süreci ilginçtir, ama efsanelere sanki bir tarih anlatısıymış gibi inanmaya başlamak akıl karı değil.
Platon’un Atlantis öyküsü ise edebi bir fantezidir. Vaktiyle büyük bir şehir vardı, bu şehirde insanlar son derece erdemliydi ve dünyanın en iyi yönetim sistemine sahiptiler diye anlatmak zevkli bir şeydir. Pek çok insan buna benzer ütopyalar kurmuştur. Platon da akıllı bir adam olduğu için böyle bir saçmalığın gerçekten olmuş olabileceğine inanmış olma ihtimali sıfırdır. Edebi bir öykü, o kadar.
Ege Denizi’nde Santorini Adası’ndaki volkan oldukça yakın tarihte, Milattan önce 1600 dolayında patlamış. Şimdi ortadaki kalderanın olduğu yerdeki Bronz Çağı kenti muhtemelen komple yok olmuş, havalara uçmuş, koskoca dağıyla beraber denize batmış. Bunun anısı bir şekilde insanlarda iz bırakmıştır. Eski zamanda tanrılar bizleri cezalandırmak için bir büyük felaket gönderdi, koskoca şehir yok oldu diye anlatılmıştır. Anlata anlata tabi o batan şehir aslında bir avuç kasabayken uçsuz bucaksız bir ideal kente dönüşmüştür.
Bir başka olay var yine bu sel felaketi öykülerine kaynak olabilecek. Bu bir hipotez, ne ölçüde akademik kabul görüyor bilmiyorum, ama gerçek olma ihtimali var sanıyorum. Denildiğine göre Milattan önce 6000 ila 5000 gibi bir tarihte İstanbul Boğazı patladı. Karadeniz bu olaydan önce şimdiki Hazar Denizi gibi deniz seviyesinin bir hayli altında, aşırı tuzlu, durgun bir iç denizdi. Derken bir gün Boğaziçi yarıldı ve Akdeniz’in suları muazzam bir gümbürtüyle Karadeniz’e dolmaya başladı. Gözünüzün önüne getirin, bir deprem oluyor, Sarıyer tarafından bir şelale fışkırıyor, 200 metre yükseklikten dehşetli bir hacimle akmaya başlıyor. Hesaplamışlar, bir yıla yakın sürede Karadeniz şimdiki seviyesine ulaşır diyorlar. O tarihte Neolitik Çağ yerleşimleri var. Göbeklitepe, Çatalhöyük vesaire çoktan kurulmuş. Karadeniz sahilinde yerleşik veya göçebe birtakım insanların olması lazım. Deniz eğer günde yarım metre yükseldiyse canlarını kurtarmışlardır muhtemelen. Ama böyle bir acayip felaket insanlığın ortak hafızasında mutlaka yer etmiş olmalı.
Sonuç olarak Mezopotamya’da bir sel felaketi, Ege’de bir volkan felaketi, Karadeniz’de bir deniz yükselmesi felaketi, bunların aslı unutulduktan çok sonra da kolektif bilinçte yer etmiş, kuşaktan kuşağa efsane gibi anlatılan olaylar olması pekala mümkün. Bunların anlata anlata abartılması ve “ohhoo eskiden ne büyük şehirler, ne görkemli medeniyetler varmış bizim buralarda” şekline bürünmesi, anlaşılır bir psikolojik hadise. İnsanların bu devirde böyle öykülere inanması ise daha zor açıklanacak bir olgu.