Gürcistan’da yaşanır mı
Pazar Sohbeti (Düzenlenmiş)
2 Mayıs 2021
0:00
0:00

metin

Gürcistan seyahati notları
Gürcistan’da yaşanabilir mi diye sormuş bir arkadaş. Burada birkaç kişiye sordum bu soruyu. Doğal olarak birbiriyle çelişen cevaplar aldım. Bana bu soruyu sormanız biraz abes, çünkü ben size daha önce çeşitli vesilelerle Kanada’nın, Almanya’nın yaşanmaz memleket olduğunu söylemiş olan adamım. Yani benim sözüme güvenilmez.
Gürcistan ciddi problemleri olan bir ülke. Hangi ülkede olursa olsun yabancı birinin, hele hele suya sabuna dokunmaz biri olmakla yetinmeyip hayatta bir şeyler başarmaya çalışan birinin yaşaması zordur, imkansıza yakındır. İnsanı yıpratırlar. Buranın da o açıdan çok farklı olmadığı anlaşılıyor.
Biliyorsunuz bundan otuz yıl, yirmi yıl öncesinde Gürcistan Vahşi Batı ayarında bir yerdi. Çeşitli çetelerin, mafyaların, silahlı siyasi grupların cirit attığı bir ülkeydi. Yavaş çekimde bir iç savaş yaşadılar yıllarca. Ona da vaktiyle tanık olma imkanını bulmuştuk. O devir şimdi aşılmış, çok izi kalmamış. Turizm bir hayli gelişmiş. Şehirleri, kasabaları bayağı güzelleştirmişler. Tiflis’te ve Batum’da çok işler başarmışlar. Özellikle Saakaşvili zamanında başkenti güzelleştirmek için epeyce bir çabalar harcamışlar.
Beni tekrar tekrar çarpan husus şudur: Rus yönetimi, Gürcü milliyetçiliğinin bakış açısından baktığınız zaman bir ulusal felaket çağı olarak anılıyor. Fakat etrafına bakar bakmaz fark edeceğin bariz bir gerçek var. Burası bundan iki yüz yıl önce Allah’ın bir kör çıkmazı iken Rus yönetimine girmiş. Medeniyet namına ne varsa Ruslarla gelmiş buraya. Medeniyet derken neye kastediyoruz? Çarlık dönemi farklı, Sovyet dönemi farklı, fakat aralarında bir devamlılık da var. İnsanlara ufuk açmışlar, insanlara meslek, sanat, kültür, bilim alanlarında yol açmışlar. Çarlık zamanında, en azından kalburüstü sınıflarda kim varsa gitmiş Petersburg’da okumuş, gitmiş Paris’e, Münih’e, sanat öğrenmiş, tiyatro öğrenmiş, gazetecilik öğrenmiş, sosyalistlik öğrenmiş. İnanılmaz sayıda ressam yetiştirmişler, müzikçi, tiyatrocu, edip, tarihçi, fizikçi, matematikçi yetiştirmişler. Sovyetler döneminde bunu sistemli bir şekilde tabana yaymaya çalışmışlar. Ağa çocukları yerine bu kez köylüyü, işçiyi seferber etmişler. Her bir şehre, hakikaten çarpıcı, nereden bakarsan bak çok güzel işler yapmışlar. Bir kere şehircilik getirmişler. Düzgün şehir, adım başı park, adım başı heykel, adım başı enfes müzeler yapmışlar. Konser salonu, spor sahası, meslek okulu, yol, köprü, aklıma gelmeyen bir sürü şey. Öteki türlü Anadolu köylüsünden pek farklı olmayacak olan, yani hayatını aile, kahvehane, cami veya kilise arasındaki bir üçgende tüketecek olan insanlara çıkış yolları sunmuşlar. Ve bunu çok sistemli olarak yapmışlar. Bir umut aşılamışlar toplumun her kademesindeki insana. Bunun karşılığı olarak da Gürcü milliyetçiliğini baskılamışlar.
Gürcü milliyetçiliğinin baskılanmasını burada tarife sığmaz bir zulüm olarak algılıyorlar. Ya da 1991’den bu yana öyle düşünmeye alıştırılmışlar diyelim. Bir ulusal onur meselesine dönüşmüş.
Kökü Çarlık zamanlarına giden bir isyan ve direniş geleneği var Gürcülerin. Rus İmparatorluğu çapında belki Polonyalılarla beraber en çok direnen, en çok başkaldıran ulus olmuş Gürcüler. Sebebini tahlil etmek çok zor değil. Tıpkı Polonyalılar gibi, nüfus başına çok fazla sayıda bey, prens, asilzadeye, atlı ve silahlı kişi geleneğine sahip olan bir toplum. Dolayısıyla, “heyyt, ne cüretle bu türediler bizim kutsal vatanımızı yönetmeye kalkışır” diye heyheylenmeye eğilimli çok sayıda elemanı olan bir toplum. Şimdi öyle bir şövalye sınıfının pek esamisi okunmuyor gerçi, ama bazı kültürel gelenekler kolay unutulmuyor.
Bu açıdan mesela Ermenilerden farklılar ve Ermenilerle aralarındaki köklü kardeş kavgasının bir sebebi de bu. Gürcüler Ermenileri Ruslara baş eğmekle suçluyorlar. Biz burada bağımsızlık mücadelesi verirken Ermeniler para kazanmakla meşguldü gibi bir öykü var kafalarında. Ermenilerin bakış açısı ise bunun tam karşıtı: Bunlar iş yapmazlar, çalışmazlar, sadece palavrayı bilirler şeklinde bir ulusal şablon. Bunun sonucu olarak da iki millet arasında yüzyıllardan gelen derin bir sevgisizlik oluşmuş.
Gürcistan’ın ciddi bir Ermeni nüfusu ve dolayısıyla bir Ermeni problemi var. Ülkenin güney batısı büyük oranda Ermeni. Ahıska, yani Akhaltzikhe ili yarı yarıya Ermeni, Akhılkalaki ise yüzde yüze yakın Ermeni. Tiflis şehri 20. yüzyıl ortalarına dek yarı yarıya gibi bir oranda Ermeni kenti idi. İstanbul’dan sonra dünyanın ikinci Ermeni kültür merkeziydi Tiflis. Ünlü Ermeni yazarlar, müzisyenler, bilim insanları, mimarlar falan en çok Tiflis’ten çıktı. Ermeni basın ve yayın hayatı 1910’lara dek İstanbul’un yanısıra en çok Tiflis’te gelişti. Ben Tiflis’e otuz yıl önce geldiğimde taksi sürücülerinin galiba hepsi, Gürcü olsun olmasın, mutlaka Ermenice bilirdi. Şimdi bir tane bile kalmamış. Okullarda teorik olarak isteyene Ermenice eğitimi var fakat tamamen baskılanmış, ikinci sınıf bir pozisyona itilmiş. Dolayısıyla Tiflis Ermenilerinin çoğu artık Ermenice bilmiyor. Gürcüce tamamen egemen olmuş. Kamusal alanda Ermenicenin izleri yok edilmiş. Kitapçılarda, müze koleksiyonlarda, kapılardaki plaketlerde, dükkan tabelalarında Ermenice diye bir dil yok. Hiç olmamışçasına silinmiş, unutturulmuş. Bayağı kuvvetli bir asimilasyon politikası izledikleri anlaşılıyor.
Ahılkelek tarafındaki Ermeni köylerini gezdik. Orada özellikle Saakaşvili dönemini övgüyle anıyorlar. Altyapı hizmetleri getirdi, bizi adam yerine koydu diye anlatıyorlar. Bilmediğim başka bir şey vardı, onu da bu vesileyle öğrenmiş oldum. Ahıska ve Ahılkelek tarafındaki Ermeniler, Batı Ermenicesi konuşuyor. Bizim Ermenicemizle çok rahat anlaşıyoruz; aynı dili konuşuyoruz. Çoğu Erzurum’dan, Muş’tan göçmüşler. Fakat daha önemlisi, Ermenistan Cumhuriyeti’nin 1930’lardan beri izlediği dil politikalarına maruz kalmamışlar. Dolayısıyla bizim “dünya dili” dediğimiz eski usul Ermeniceyi konuşuyorlar. Sovyet Ermenicesinden farklı bir dil. Ermenistan Ermenicesinde ben bayağı zorlanıyorum. Okurken çok sorun değil de konuşurken neredeyse yabancı bir dil gibi geliyor kulağıma. Anlamakta ve aynı dille cevap vermekte zorlanıyorum.
Gamsakhurdia, Şevardnadze ve Saakaşvili zamanlarının kısa bir analizini yapabilir misiniz? Neyi yapmak istediler, neyi beceremediler?
Sovyetlerden kurtulma mücadelesi verdiler ve bunu çok kuvvetli, hatta abartılı bir Gürcü milliyetçiliği davası üzerinden kurguladılar. Silahlı direnişi yer yer ırkçılık boyutuna varan son derece fanatik bir milliyetçi söyleme dayandırdılar. O söylemin başlıca temsilcisi ve hareketin lideri olan Merab Kostava, Gamsakhurdia’nın akıl hocasıydı. Sonradan öldürüldü.
Gürcü fanatizminin şöyle bir problemi vardı. Ki, aynı problem Macaristan’ın da 1918 felaketine yol açmıştır. Gürcistan homojen bir ülke değildi. Bir mikro imparatorluktu. Gürcülerin egemenliğinde pek çok ulusal unsurun bir arada barındığı bir yerdi. Gürcü fanatizmi üzerinden yeni bir devlet kurmaya kalktıklarında birçok grup, hop ne oluyoruz, burada bizi yok sayamazsınız demek zorunda kaldı. Öteden beri ülkenin parçası sayılan iki önemli bölge, Güney Osetya ile Abhazya bir süre sonra Rusların da desteğiyle savaş açıp, çok kan dökme pahasına ülkeden koptular. Üçüncü bir bölge, Acarya veya Acaristan, Gürcü’dür fakat Müslüman’dır, dolayısıyla ayrı bir ulusal birim sayılır. Orası bir dönem gitti geldi, muhtemelen Türkiye’nin açık veya kapalı desteğiyle bağımsızlık ilan etmenin eşiğine geldi. Dağlarda yaşayan, Gürcülerle uzak akraba olan kavimler vardı. Bunların başlıcası Svanlardır, benim öteden beri özel bir ilgiyle bağlı olduğum bir halk. Svanlar isyan etdip bağımsızlık ilan ettiler. Altı ay kadar Gürcü ordusunu ülkelerine sokmadılar. Sonra yenildiler ve şimdi Svan dili tükenme yolunda görünüyor. Genç kuşaklara öğretilmiyor. Svanlardan, Svancadan, Svan geçmişinden söz etmek sakıncalı sayılıyor. Svan ülkesi hakkındaki turistik web sitelerine baktığınızda adeta Şırnak valiliğinin, Muş valiliğinin web sitelerinin verdiği o kekremsi lağım kokusunu alıyorsunuz.
Sonra Mingreller var, Lazcaya benzer, Gürcüceden farklı bir dil konuşan. Tarih boyunca hep ayrı bir millet olmuşlar, fakat şimdi Gürcü olmadıklarını söylemek çok ayıp ve çok sakıncalı sayılıyor. Demin Ermenileri anlattım, güneybatıda bir buçuk vilayet onların yurdu. Güneydoğuda Marneuli civarında ciddi bir Azeri Türk unsuru var. Bunlardan başka bir milletle daha tanıştık. Bunu da bilmiyordum. Urum denilen halk Tsalka kasabası ile ona bağlı kırk kadar köyde oturmuşlar. Kimlik olarak Rum ve Ortodokslar, fakat dilleri Türkçe. 1829 tarihinde Trabzon ve Erzurum’dan bu taraflara göçmüşler. Rus ve Sovyet yönetimi altında Gürcistan’ı vatan bellemişler. 1991’den sonra huzurları kaçınca çoğu Yunanstan’a göçmüş. Orada da ‘Türk tohumu’ diye hakarete uğramışlar, sefil olmuşlar.
Böyle bir memlekette Gürcü fanatizminin milli felakete yol açacağını görmek için insanın aklını biraz olsun çalışması yetiyor. Ama milliyetçilerde akıl ne gezer?