Gorbaçov ne yapmaya çalıştı, Amerika nasıl önledi
Pazar Sohbeti
4 Eylül 2022
0:00
0:00

metin

Sovyetler Birliği’ni bitiren adam olarak tarihe geçen Mihail Gorbaçov öldü. Bu vesileyle bir değerlendirme yapar mısınız?
Eski Sovyet ülkelerinde, ki buna Ermenistan, Gürcistan dahil, Ukrayna da dahil, ülkesini mahvettiği, düşman ajanı olduğu, namussuz olduğu konusunda son derece kesin bir kanıyla karşılaşıyorsunuz. Farklı bir görüşü savunmanın fiziksel koşulları mevcut değil, kovulursunuz odadan. Buna karşılık Batı dünyasında Gorbaçov bir özgürlük kahramanı olarak tanınıyor. Batının Rus düşmanlığı tescilliyken, onların “Aa çok iyi Rustur” dediği bir insanın iyi biri olmasına imkan var mıdır? Bu soruyu hep kafamızda tutmak lazım. Yine de, bence hakikat muhtemelen ortalarda bir yerdedir.
Şuna ben kaniyim: Sovyet sistemi her açıdan tükenmiş bir sistemdi — ekonomik açıdan bitikti, ideolojik açıdan, yani kendine inancı, geleceğe olan inancı açısından bitikti. Kurumsal yapısı, yaşam standartları, her şeyiyle çökme noktasındaydı. Nasıl vaktiyle Osmanlı Devleti çürüdü ve çöktü, Sovyetler Birliği de kendi yapısal çelişkilerinden dolayı benzer bir noktaya gelmişti.
Muazzam bir projeyle yola çıkmıştı Sovyetler. İnsanlığa yeni bir yön verme çabasına ve sevdasındaydılar. Bu uğurda çok cesur ve çok büyük adımlar attılar. Fakat temel problem, en baştan beri, en azından Stalin zamanından beri apaçık ortadaydı. İnsanların bireysel servet biriktirme içgüdüsünü engellemeye kalktığın zaman bunu ancak manyakça bir polis devleti kurarak sağlayabilirsin. Bu polis devleti bir süre sonra kendi kendinin amacı haline gelir. Baskı ve zorbalık bir noktadan sonra kontrolden çıkan polis devletinin yegane varlık sebebi haline gelir. Bu süreç yaşandı Sovyetler Birliğinde. İkincisi, ulusal bir seferberlik kısa süre için bir toplumu olağanüstü adımlar atmaya sevk edebilir. Fakat uzun vadede sürdürülemez. Bireysel çıkarları bir yana bırakalım, hep beraber el ele ülkeyi kalkındıralım, medenileştirelim, güzelleştirelim, şehirleri baştan inşa edelim, çocukları yeniden eğitelim... Böyle bir seferberlik, bir toplumda beş yıl, on yıl, ne bileyim yirmi yıl belki başarılı olabilir. Toplum büyük bir heyecanla kendini yeniden inşa etme coşkusuna kaptırabilir. Bunun anlamı elbette kolektivizmdir. Toplumu seferber ettiğiniz zaman, herkes kafasına göre çalışsın, istediği yere dükkan açsın, istediğini üretsin sistemiyle bunu yapamazsın. Seferberlik ilan ettiğin zaman herkes ortak davanın bir parçası olmak zorundadır. Bu da sürdürülebilir bir şey değildir. Kaçınılmaz olarak inşa edeceğin bürokratik yapının o dinamizmi ve özveriyi korumasına imkan yoktur. Bir süre sonra bürokrasi kendi yolsuzluğunun, kendi durgun zekalılığının, ‘bireysel çıkar olmadan ben kılımı kıpırdatmam’ diye özetlenebilecek olan yozlaşmışlığının çukuruna düşer.
Sovyetler Birliği işte böyle bir polis devleti ve bir bürokratik bataklık olmuştu. Şimdi dikkat buyurun: Bunu böyle dediğiniz zaman, demek ki Gorbaçov haklıymış sonucu çıkmıyor. Tamam sorun vardı, büyüktü, ama çözümü neydi? Sen böyle tıkanmış ve yolun sonuna gelmiş bir ülkenin başına geldiğin zaman ne yapman gerekir? Bu soru ayrı bir sorudur.
Sürdürülemezdi dedik. Aslında sürdürülebilirdi. Kuzey Kore’de sürdürülebiliyor mesela. Dayadın mı orduyu, sürdürülemez gözüken pek çok şey bir süre daha sürdürülür. Nereye kadar sürdürülür bilmiyorum ama sürdürülür. İkincisi, peki, diyelim ki sosyalizm, komünizm çökmeye mahkumdu. O zaman Çin’de niye çökmedi? Çin, evet, sistemini değiştirdi, ama başarılı bir şekilde değiştirdi. Kan dökmeden, ülkeyi kaosa sürüklemeden, büyük bir uçurum içine düşmeden pekala dönüştürebildi ve şu anda öyle görünüyor ki dünyanın her açıdan en başarılı ülkesi haline gelebildi. Rusya bunu niye yapamadı?
O yüzden bana, komünizm kötüydü o yüzden batması mukadderdi, işte battı, başka da yapılacak bir şey yoktu, sonuçlarına katlanırlar, filan demeyin. Belli ki Gorbaçov, Sovyet üst yönetiminde pek çok kişinin açık veya kapalı desteğiyle, bürokratik tıkanmayı ve polis devleti terörünü sona erdirmek için adımlar attı. Devamını getiremedi. Devamını getiremeyeceğin işe girişmeyeceksin, ahlaken yanlıştır. Sonuç olarak ülke modern tarihte benzerine az rastlanır bir toplumsal yıkıma tanık oldu. Halkın yaşam standardı sıfırlandı. Yaşamı boyunca bu topluma güvenerek, bu devlete güvenerek emek vermiş olan ve belli bir asgari bir yaşam standardına sahip olmuş insanlar sefalete, dilenciliğe, fahişeliğe, gangsterliğe mahkum edildiler. Mahvoldu ülke. Ortalama yaşam süresi radikal olarak düştü. Nüfus feci bir şekilde küçüldü. Koskoca ülke çamurun içinde debelendi on on beş yıl boyunca.
Sonra kendini toparladı. Çünkü belli bir altyapısı vardı. Eğitim açısından her şeye rağmen güçlü bir ülkeydi. Her şeye rağmen bir kültürel altyapısı vardı. Doğal kaynakları açısından zengindi. Son 20 yılda Putin yönetiminde görülmemiş bir kalkınma yaşadı Rusya. Aç ve açıkta insan pek kalmadı. Eşkıyalık, hırsızlık, haydutluk, mafyacılık belli bir düzene sokuldu. Bugün Moskova’ya veya taşranın büyük kentlerine gittiğiniz zaman en azından Doğu Avrupa standartlarını sağlamış bir ülkeyle karşılaşıyorsunuz. Ki bunlar Türkiye standartlarından birkaç fersah ötedir. Bir sürü boyutta, örneğin uyuşturucu kullanımı, suç oranı, polis şiddeti, göçmen istilası, müstakil ev sahipliği oranı, ucuz sağlık hizmetleri gibi konularda Batı Avrupa standartlarını da epeyce aşarlar.
Bunları göz önüne alınca Rus halkının Putin’i büyük bir hayranlıkla sevmesinde şaşırtıcı olan bir şey ben göremiyorum. Başarılı bir devlet yöneticisi. Son 20 yılın batıdaki herhangi bir siyasi lideriyle kıyaslanmayacak ölçüde ülkesine barış, huzur ve kalkınma getirmiş. Son derece akıllı, zeki, yönettiği topluma saygılı, halk önüne çıkıp konuştuğu zaman bir insanla konuşur gibi konuşan, mantıklı argümanlar kuran, ulusal ön yargıları ve ulusal büyüklük duygusunu ustaca okşayan, esprili, muhataplarına saygılı biri. Her gün, her dakika televizyonlara çıkmıyor, caddelere meydanlara adı verilmiyor. Rusya yüzyıllardan beri bu kadar net bir şekilde başarılı bir lidere sahip olmadı. Batı propaganda makinesi tarafından sürekli olarak kötülenmesi bir yalan zincirinden ibarettir, başka bir açıklaması yok bunun. Biden ve Trump gibi, Macron gibi, Boris Johnson gibi zevzeklere kıyasla adam gibi bir adam. Halkını geriye değil ileriye taşımış.
Gorbaçov’a dönelim tekrar. İçte yaptığı reformlar, glasnost, perestroika, şudur budur, peki. Ama attığı tarihi açıdan asıl büyük olan adım 1989’da Doğu Avrupa’daki askeri varlığını çekmesiydi. Tarih dönüştüren adım budur. Bunu niye yaptı ve ne bekleyerek yaptı? Saftı, o yüzden mi yaptı? Batılılar bunu kandırdılar, o yüzden mi yaptı? Gücü mü yetmedi, parası mı tükendi?
Bunu düşündüğüm zaman benim aklıma başka bir açıklama geliyor. Sadece benim aklıma gelen bir şey değil, aklı başında insanların birçoğunun da olayı bu şekilde değerlendirdiğini düşünüyorum. Yaptığı en önemli hamle neydi? Almanya’nın yarısını Batı Almanya’ya hediye etmek. Berlin, Dresden, Leipzig, bütün Doğu Almanya 45 yıldan beri Sovyetlerin denetimindeydi, bila bedel Batı Almanya’ya bağışladı. Bununla yetinmedi, Almanya’nın doğal yayılım alanı olan üç ülkeyi, Polonya’yı, Çekoslovakya’yı ve Macaristan’ı da Almanya’ya hibe etti. Bu ülkelerde şimdi bir iki gün dolaşın, çok net görüyorsunuz. Almanya almış buraları. Bütün yollarda sadece Alman otomobilleri var. Her köşe başında Alman bankaları var. En ücra kasabada Alman hipermarketleri, süpermarketleri ve şirketleri var. Alman sigorta şirketleri var. Rusya 1989 yılında, herhangi bir direnç göstermeden, herhangi bir görünür pazarlığa da girmeden, alın buyurun size veriyorum, hibe ediyorum diyerek verdi bunları Almanya’ya. Bunun karşılığında bir şey almış olması lazım. En azından bir şey beklemiş olması lazım. Sırf cömertlikten ya da aptallıktan yapılmaz bu iş.
Diyeceksiniz ki Doğu Alman halkının zaten Batı televizyonuyla beyinleri afyonlanmıştı, zaten Batı’ya katılmak için can atıyorlardı, kapitalizmin üstünlüğü tescillenmişti, halk ayaklanmıştı, bir gecede duvarı yıktılar vesaire vesaire. Kardeşim, senin orada 50 tane tümenin varsa, 500 bin tane askerin varsa, istediği kadar halk ve Batı Almanya itiraz etsin, yapabilecekleri bir şey yok. Olsa olsa savaş çıkarırlar. 500 bin askeri Doğu Almanya’dan çıkarmak için ne yapabilirsin ki dünya savaşı çıkarmadan? O yüzden diyorum ki Almanya’nın birleşmesi büyük bir hediyeydi. Ve mutlak surette bir pazarlığın bedeliydi. O dönemin analizlerini, o dönemin satır aralarında söylenenleri izleyecek olursanız neyin bedeli olduğu bellidir. Umut şuydu: Rusya Avrupa’ya kabul edilecek. Avrupa medeniyetine, Avrupa kültürüne, Avrupa ekonomisine entegre edilecek. Özellikle Almanya’yla kurduğu özel ilişki bazında Avrupa’nın bir parçası olacak. Böylece Atlantik’ten Pasifik Okyanusuna kadar uzanan büyük Avrupa kurulacak ve Rusya bunun kurucu unsurlarından biri olacak. Bir Alman-Rus ittifakı üzerinden dünya yeniden şekillendirilecek. Buydu beklenti.
Almanya açısından da bu, olabilecek en cazip çözümdü. Bir, koskoca Rusya kıtası, Alman endüstrisi için muazzam bir pazar. Bakir ve aç bir pazar. Satabileceğin otomobilin, sigorta poliçesinin, gazozun haddi hesabı yok. İkincisi, Avrupa doğal kaynakları açısından fakir bir kıta. Rusya ise yalnız petrol ve doğal gaz değil, pek çok maden ve pek çok doğa ürününde dünyanın en büyük üreticilerinden biri. Avrupa’nın Arabistan petrolüne, İran petrolüne mahkum olmaktansa kendisiyle entegre edilmiş bir Rus pazarının kaynaklarına dolayısızca erişebilmesi Avrupa için muazzam bir kalkınma döneminin başlangıcı olabilir. Rusya dünyanın ikinci veya üçüncü buğday üreticisi, yanılmıyorsam en büyük ihracatçısı. Rus buğdayını güvenceye aldıktan sonra istersen Almanya’nın bütün tarlalarını rüzgar enerjisi çiftliği yap yahut eğlence parkı yap. Özetle, Avrupa’nın yüzyıllık gerilemesini durduracak ve tersine çevirecek olan hamleydi Alman-Rus ittifakı.
Olayı bu şekilde gördüğünüz zaman, Amerika Birleşik Devletleri’nin neden 1997’den itibaren NATO’yu birdenbire gazlayıp, Rusya’ya karşı bir saldırı ittifakı haline getirdiğini çok net olarak anlıyorsunuz. Çünkü Almanya’nın Rusya ile kaynaşması Amerika’nın dünya egemenliğinin sonu anlamına gelecekti. Avrupa’nın büyük bir hızla kalkınarak Amerika’ya meydan okur noktaya gelmesi sonucunu doğurabilirdi. Buna izin veremezlerdi. O yüzden 1990’ların sonuna doğru, delirmişçeşsine, Rusya’yı yeniden tarihi düşman ilan ettiler. Rusya’nın demokratikleşme ve kamu düzenini yeniden kurma çabalarını baltalamak için ellerinden geleni yaptılar. Gürcüleri fişteklediler. Çeçenleri kışkırttılar. Baltık devletlerinde Rus düşmanlığını körüklediler. Her şeyden önemlisi, NATO’yu, Rusya’ya düşman bir platformda yeniden ayağa kaldırmak ve güçlendirmek için ellerinden geleni yaptılar.
Şu anki savaşın da asıl nedeninin bu olduğunu düşünüyorum. Dikkat ederseniz geçtiğimiz yıllarda Almanya saman altından su yürüterek Rusya’yla karşılıklı bağımlılık ilişkisini adım adım pekiştirdi. Rusya’ya yatırımlar yaptı. Dış ticaretinde Rusya’nın önemli bir pay elde etmesini sağladı. Daha önemlisi enerji açısından Rusya’ya bağımlı hale getirdi kendini. Bunun taçlandırıcı noktası, Nordstream 2 boru hattıydı. Nordstream 2, Almanya’nın doğal gaz ihtiyacını yakın gelecekte temelli bir şekilde çözecek olan ve bu süreçte Ukrayna ve Polonya’yı devre dışı bırakacak olan hamleydi. Amerika buna şiddetle karşı çıktı. Uluslararası diplomaside benzeri görülmemiş şekillerde tehdit etti Almanya’yı. Bu boru hattını yaptırmayacağını alenen ilan etti. Alman hükümeti buna rağmen 2021 sonuna kadar bu boru hattını tamamlamak için ısrarla ve kararlılıkla elinden geleni yaptı.
Ukrayna savaşının ilk net sonucu neydi? Hatırlayın. Savaşın çıktığı günün ertesi günü Almanya Nordstream 2 boru hattını rafa kaldırdığını ilan etti. Bu çok su kaldırır bir ilandır. Ben önümüzdeki bir yıl içinde o boru hakkının yeniden gündeme geleceğini ve şeye rağmen hayata geçirileceğini düşünüyorum şahsen. Belki de yanılıyorum, bilmiyorum. Fakat benim gördüğüm bu.
Tarih notu: Bu söyleşiden tam üç hafta sonra, ABD silahlı kuvvetlerince düzenlendiğini şüphesiz olan bir sabotajla Nordstream 1 ve 2 boru hatları tahrip edildi. Böylece A) ABD’nin Rus-Alman işbirliğini kendisi açısından varoluşsal bir tehdit olarak algıladığı, bunu önlemek için en radikal tedbirlerden kaçınmayacağı, B) Almanya’nın bu tehdit karşısında — en azından şimdilik — çaresiz olduğu anlaşıldı.