Felsefeyi Yunanlar mı icat etti
Pazar Sohbeti
11 Aralık 2022
0:00
0:00

anahtar kelimeler

metin

Felsefeyi Yunanlar icat etti diyorsunuz. Mezopotamya’da, Mısır’da, belki Hindistan’da, Yunan’dan önce büyük medeniyetler doğmuş. Onlar evrenin sırlarına hiç ilgi göstermediler demek gerçekçi midir?
Yunanlar, Milattan Önce 6. yüzyıldan başlayarak kültür, felsefe, bilim, matematik, tiyatro gibi birtakım havalı işlere giriştiğinde Orta Doğu’da Mısırlılar, Babilliler, en az iki bin seneden beri okur yazardılar. Yunan’la kıyaslanmayacak kadar büyük bir bilgi birikimine ve zengin bir medeniyete sahiptiler. Mısır’daki tapınaklarda gördüğünüz yazılı ve resimli ifadenin renginliği, şahaneliği, çok yönlülüğü ve derinliği insanı cidden şaşırtan şeylerdir. Yunanlılar ise Milattan önce 600’lere gelindiğinde medeni dünyanın uzak ucunda, saçma sapan ufak kasabalarda yaşayan ve daha ziyade korsanlıkla geçinen marjinal bir halktı.
Buna rağmen felsefe dediğimiz disiplin Babil’de veya Mısır’da değil Yunan’da doğdu. Bunun nedenini daha önce de anlatmaya çalıştım, tekrar özetleyeyim. Gerek Mezopotamya medeniyetleri, gerek Mısır, büyük ve güçlü birer krallıktı. Her ikisinde devlet dini ile devlet ideolojisi, yani devletin yönetim ilkeleriyle halkın boyun eğmesi gereken inanç ilkeleri bir ve aynıydı, iç içeydi. Firavun aynı zamanda tanrıydı. Bu koşullarda pekala büyük işler yapabilirsin, kültürel başarılar sağlayabilirsin. Mesela bin yıl boyunca yıldızları dikkatle tarayıp, hareketlerine, isimlerine ve yörüngelerine dair son derece zengin bir literatür oluşturabilirsin. Tıbbi bilgiyi geliştirebilirsin. Bin yılın padişah fermanlarını ve mahkeme içtihatlarını özenle kaydedip çok ayrıntılı bir hukuk sistemi kurabilirsin. Fakat yapamayacağın bir şey vardır. Tartışma adabını geliştiremezsin. Yani birbirinden farklı fikirlere sahip olan veya birbirine gıcık kapan insanların, akıldan başka herhangi bir silahla donatılmamış olarak birbiriyle tartışmasının kurallarını geliştiremezsin. Çünkü, hakikatin nihai bir kaynağı vardır. Devlet ve devletin kutsal rahipleri, hakikate sahiptirler. Şu anda hakikati bilmeseler dahi, hakikate ulaşmanın yöntemini bilirler. Bir üstüne sorarsın, o da bir üstüne sorar. En sonunda vezir yahut padişah, sen değil sen haklısın der. Ondan sonra itiraz etme şansın yoktur. İtiraza teşebbüs edersen hain olursun, zındık olursun.
Oysa küçük şehir devletlerinde, devlet bile olmayan oluşumlarda böyle bir otorite yoktur. Hakikatin nihai hakemi yoktur. Doğal olarak her toplumda insanlar birbiriyle fikir ayrılıklarına düşerler. Ben buna ak derim, sen kara dersin. Kim karar verecek hangimizin haklı olduğuna? Birbirimizi nasıl alt etmeye çalışacağız? Yunan şehir devletlerinde yaşayanlar işte bu sorunla yüzleşmişler. Mantığın ve retoriğin, hatta topluca sofizm adını verdikleri akıl gibi görünen tartışma metotlarının ustası olmuşlar. Bu çok çarpıcı bir kültürel keşiftir. Aristoteles yahut Platon’u okuduğun zaman adeta içine ferahlık gelir. Ne akıllı insanlar bunlar! Nasıl argümanı çeviriyor ve kazanıyor!
Bilgilerinin zenginliğini de takdir edersin. Fakat bu bilgilerin önemli bir kısmı Mısır’dan ve Orta Doğu’dan alınmıştır. Mesela astronomi bilgilerini kendileri bulmadılar, iki bin senelik Mezopotamya ve Mısır geleneğinden öğrendiler birçok şeyi. Ama öğrendikten sonra yeni bir şey yaptılar. Tartıştılar. Buna inanmayan birini otoriteye veya Kutsal Kitap’a başvurmadan nasıl ikna edersin sorusunu sordular kendilerine.