Fairy ile peri akraba mı
Pazar Sohbeti (Düzenlenmiş)
13 Şubat 2022
0:00
0:00

anahtar kelimeler

metin

Farsça olan peri ile İngilizceye Fransızcadan geçmiş olan fairy kelimesinin türediği ortak bir kaynak veya serbest çağrışın söz konusu mudur? Yoksa benzerlikten mi ibarettir?
Genel kabule göre tesadüf olmalı. Etimolojik bir bağlantı yok görünüyor. Şimdi hemen kontrol ettim, Fransızca sözcük, “féerie” en erken 1188 tarihli “Blois Kontu Partenopeus Destanı’nda” geçiyor. 1834 basımında sayfa 29, mısra 809. Kanatlı uçan varlık anlamında değil, genel olarak büyü ve sihir alemi anlamında kullanılmış, soyut bir isim. İngilizcede de 1300 yılı civarında kaydedilen en erken örneklerde anlamı aynı, sihir dünyası. Daha sonra, dediklerine göre, “Faerie Queen” deyiminin yanlış yorumlanmasıyla anlamı kaymış. Öyle diyorlar. “Faerie Queen” esasen “büyü diyarının kraliçesi” demek. Kullanımda ise “peri kraliçesi” anlamını kazanmış. Hatunun yönettiği ülkenin adı iken, kendi soyunu yahut cinsini tarif eden bir kelime haline gelmiş.
Fransızca sözcük “fée” yani “sihirli varlık” kelimesinin bir türevi. Bu da gayet şeffaf bir şekilde Latince fata’nın devamı. Dönüşümü şimdi anlattırmayın bana ama bir sorun yok, son derece mazbut, kurallı bir ses evrimi var orada. Fata da zaten her türlü doğa üstü varlık demek. Daha doğrusu “kısmet” ve “alın yazısı” demek, ama sokaktaki Romalıya sorsan cin yahut peri der.
Gelelim periye. Peri Farsçadır, dediğiniz gibi. Halk arasında çoğu zaman perr yani kanat sözcüğüyle yorumlanır, “kanatlı mahluk” anlamında, ama yanlıştır. Zerdüşt kutsal metinlerinde adım başı karşınıza çıkar, pairikâ, bir çeşit zararlı kötü ruhtur. Câdû’nun dişisidir. Bizdeki güncel anlamının aksine câdû erkektir. Pairika ise câdû’dan bin kat daha tehlikelidir, çünkü güzel bir dişi kılığına girerek insanları baştan çıkarır ve onların hakiki dinden uzaklaşmasına sebep olur. Farsçanın klasik sözlüğü olan Burhân-ı Katı 17. yüzyılda peri sözcüğünü kısaca cinn diye karşılamış. Türkçede bu mahlukun kötülüğü değil güzel bir dişi kılığında görünme özelliği ön plana çıkmış. 20. yüzyıl arifesinde Şemsettin Sami Bey “cinin pek güzel farz olunan bir taifesi ve özellikle dişisi” diye tanımlıyor periyi.
Özetle, fairy ile peri’nin benzerliği tesadüftür. Diyoruz. Diyorlar. Diyorlar da, yine de aklımızda kalıyor bir kuşku pürüzü. Feri ile peri çok benzeşiyorlar. Fée’den féerie’ye geçiş çok tatmin etmiyor. “Sihir alemi”nden “kanatlı güzel bir kadın” anlamına geçişin de mantıklı bir açıklaması var gerçi, ama yine de o kadar tesadüf olmaz dedirtiyor. Büyük ölçüde 19. yüzyılda şekillenen Batı’nın etimoloji dağarcığında Şark’tan gelen etkilerin nasıl göz ardı edildiğini biliyoruz. 20. ve 21. yüzyılda epey rota düzeltmesi yapıldı gerçi ama hala gözden kaçırılmış olabilecek tonla konu var. Mesela İngilizce "kadehi şerefe kaldırmak" anlamında “toast’un” Türkçe veya Farsça dost’tan geldiğini, bir tek Jean Dény’nin makalesi dışında fark eden olmadı henüz. Dény’nin sözleri de boşlukta yankılandı gitti, sözlüklere giremedi.
Faerie 1188’de ortaya çıkmış kelime diyoruz. Üçüncü Haçlı Seferi ile aynı günler, bütün Avrupa’nın Şark kültürü ile saplantılı bir tutku ile haşır neşir olduğu dönem. Üstelik Kahraman Partenopeus’un öyküsü nerede geçiyor? Deniz Aşırı diyarında, Orta Doğu’nun masal topraklarında geçiyor. Belki de anlattıklarının bir kısmı Şark kaynaklarından kotarılmış. Yani etkileşimden kuşkulanmak için en azından yeterli sebep var ortada.
Şimdi, Batı’nın doğuya ilişkin miyopluğunu sadece kötü niyetle açıklarsanız yanlış yaparsınız. “İnkar ediyorlar İslam’dan aldıklarını” değil mesele. Şöyle olur o iş. Mesela, bir dil Latinceden binlerce kelime almışsa ve o toplumda Latince bilen yeterli sayıda kültürlü insan varsa, on binlerce insan Latince biliyorsa, herkes Latinceden alınan kelimelerin hangileri olduğunu, nasıl alındığını, dönüşümün ne olduğunu, karşılıklı eşdeğerliklerin neler olduğunu bilir. Ben bilmesem başkası bilir. Ona sorarız, bize anlatır. Ama mesela Arapçadan belli sayıda sözcük alınmışsa ve memlekette Arapça bilen kimse yoksa, insanlar birbirine sorar. Ya bu kelime neydi, sen biliyor musun?... Bilen çıkmaz. Ha Latincedir herhalde, tabii canım bak şudur deyip bir yorum bulurlar, bir hikaye anlatırlar. Ondan sonra başkası kalkıp o öyle değil Arapçadır dese bile inandırıcı olmaz. Uğraşsa ikna eder şüphesiz, bilimsel bir disiplindir etimoloji sonuç olarak. Fakat kanıtlamak ve kabul ettirmek için normalin on misli emek sarf etmesi gerekir.
Ben olsam nasıl araştırırdım? Öncelikle Yiğit Partenopeus’un destanından başlayıp Chaucer’a, Spencer’a kadar, kelimeyi hangi bağlamlarda kullanmışlar, büyük bir dikkatle gözden geçirirdim. Anlamı ve kullanımı nasıl evrilmiş, not ederdim. Özellikle ilk örnekleri kaydedenlerin biyografisine bakardım. Şark’ta bulunmuşlar mı? Şark’la alışverişleri olmuş mu? Anlattıkları öykülerde Şark boy gösteriyor mu? Paralel kavramları da gözden kaçırmazdım. Peri bir yana... cadı, cin, ejderha, tek boynuzlu at, basilisk, büyü, sihir işlerindeki fikir ve imge alışverişinin kaynakları nelerdir? Bir de bakmışın koskoca doktora tezi çıkmış ortaya.
Batı kültürünün Doğu’ya körlüğü konusunda son günlerde yaptığım bir gözlemi anlatayım size. Viyana’da kitapçıları şöyle bir gözden geçirirken, ucuza bir kitap buldum, kilise mimarisinde stillere dair. Romanesk kiliseler, Gotik kiliseler, Barok kiliseler, çok sayıda ilüstrasyonla, hoş bir kitap, çok da ucuz, bulunsun el altında, bir gün lazım olur diye aldım.
Romanesk kilise stilinin özellikleri nelerdir? 1, 2, 3, 4, 5 diye saymışlar. Gotik stilin özellikleri, Gotik kiliseleri nasıl tanırız? Yine yedi mi sekiz mi madde saymışlar. Şimdi, Romanesk ile Gotik’in farkını anlamak büyük bir marifet değildir. Asgari eğitimi veya görgüsü olan biri bakar bakmaz tanır. Romanesk daha küttür, kalın duvarlardır, belli bir pencere tarzı vardır. Gotik stil 1150 yılı civarında belirmiş, bir anda bütün Avrupa’yı sarmış. Daha zariftir, daha yüksektir, yukarıya yukarıya doğru gider, daha incedir çizgileri filan. Süsleme tarzları farklıdır. Bildiğin şeyler bunlar. Kitap da bunlara değiniyor, değiniyor, tekrar tekrar anlatıyor. Yüzlerce gravür ve çizimle örneklemiş. Güzel örnekler, güzel çizimler. Baktığın zaman şak diye görüyorsun eğer farkındaysan. Romanesk kiliselerde bütün kemerler, yarım daire kemer. Yüz tane Romanesk kilise çizimi vermiş. Yüz tanenin en azından sekseninde kemer var. Ve hepsi de yarım daire kemer. Teknolojik bir olay bu. Romalılardan devralınan bir teknoloji, kemer teknolojisi. Ve o dönemde bildikleri tek kemer yarım daire kemer. Başka türlüsünü bilmiyorlar.
Yarım daire kemerin şöyle bir özelliği var. Basıncı hem dikey, aşağıya, hem yatay, yani dışa doğru verir. Kemeri iki kolon üzerine oturtursan, kolonlar dışa doğru basınç altında kalır. O yüzden Romanesk dönemin kemer taşıyıcıları ağır ve sağlam olmak zorundadır. Yoksa devrilir zaman içinde. O yüzden çok yüksek olamaz kolonlar.
Gotik mimarinin püf noktası ise ojivdir. Yani sivri uçlu kemer. Kitapta yüz taneden fazla da Gotik mimari çizimi var. İstisnasız tüm kemerler sivri kemer. Tiyatro Medresesi’nde her iki türlü kemeri de yaptım ben. Sivri kemerin tekniğini anlamaya çalıştım. Yarım daire kemerde pergeli bir noktaya koyarsın, bir kavis çizersin. Sivri kemerde ise iki ayrı merkez noktası vardır. Pergeli sırayla iki noktaya koyup iki tane çeyrek kavis çizersin, ortada buluşurlar. Böyle-kemer yaptığın zaman bu kemer aşağıya basar, dışa doğru basmaz. Aşağıya bastığı için kolonları çok yükseltebilir ve inceltebilirsin.
Bu-tekniği Avrupalılar İkinci Haçlı Seferinde, yani 1147-1148’de gittikleri Mısır’dan öğrenmişler, Suriye’den öğrenmişler. Araplar 11. yüzyıl sonu ya da 12. yüzyıl başında bu sivri kemer tekniğini icat etmişler, Avrupalılar da o taraflara gittiklerinde, aa bak bu yeni bir numara, harika bir şey deyip benimsemişler, benimsemekle kalmayıp yepyeni zirvelere taşımışlar, Arapların ulaşmadığı noktalara kadar geliştirmişler bu hadiseyi.
Demek ki teknik bir yenilik bütün bir estetiği değiştirmiş. Ama Alman’ın yazdığı ders kitabında Alman bunu atlamış. Resmen bakmış, ve görememiş. Gotik mimarinin sekiz tane özelliğini saymış, ama can alıcı hadiseyi es geçmiş.
Çok ilginç bir şey bu kültürel körlükler. Bilmem anlatabiliyor muyum?