Ezan Türkçe mi olmalı tartışmasına 4. yüzyıldan bir katkı
Blog
7 Haziran 2022
0:00
0:00
anahtar kelimeler
metin
Geç Antik Çağın önde gelen feylesoflarından Porphyrios Mısırlı bir tarikat şeyhine çeşitli dini ve felsefi konularda bir dizi soru yöneltmiş. Yedinci sorunun ikinci fıkrası Türkiye’de halen tartışılan bir konu:
“İbadetlerde neden anlaşılmaz (anlamı olmayan) sözler tercih edilir ve neden anlaşılmaz ifadelerden yabancı dilde olanlar kendi dilimizde olanlara yeğlenir? Zira maksat söylenen şeyi anlamak ise önemli olan söz değil sözün işaret ettiği anlamdır. Hitap edilen varlık (tanrı) Mısırlı değildir, ya da Mısırlı dahi olsa Mısır dili veya herhangi bir beşer dili ile konuşmaz. Dolayısıyla bunlar ya hilebazların oyunlarıdır, tanrısal irade kisvesi altında kendi nefsimizden kaynaklanan perdelerdir; ya da tanrılara ilişkin kavrayışımız bilgisizlik üzerine inşa edilmiştir.”
Porphyrios’un öğrencisi ve kendi hesabına çağın önemli bir düşünürü olan İamblikhos Kıbti ve Keldani ve Asurilerin Saklı Dinlerine Dair başlıklı eserinde soruları yanıtlamış.
“Bu sözler zannettiğiniz gibi “anlamsız” değildir. Biz belki anlamını bilemiyebiliriz (gerçi bazılarını tanrıların lütfu ve yol göstericiliğiyle anlıyabiliyoruz), fakat tanrılar nezdinde hepsi — sözle ifade edilemeyen (gayri mütekellem) bir tarzda — anlamlıdır. Bu anlam, insan kavrayışındaki gibi imgelerden çıkarsama ve soyutlama yoluyla değil, insan ruhunda dahi bulunan ilahi manâ yoluyla, ya da daha mükemmel ve daha basit olan sükut (susma, sözsüzlük) yoluyla tezahür eder. Bu nedenle, algılardan soyutlama ve akli çıkarım yoluyla ulaşılan, ve keza doğada varolan şeylerle müşabehete (benzeşmeye) dayalı tüm kavramları terk etmek gerekir. (...)
“Neden yabancı dilde diye soruyorsunuz. Bunun da saklı (esoterik) sebepleri vardır. Tanrılar, bazı mukaddes milletlerin, özellikle Asurilerin ve Mısırlıların dilinin manevi konulara daha uygun olduğunu bildirmişlerdir, bu yüzden tanrılarla iletişimi bu diller üzerinden yürütmek evladır. Ve bu diller ilk ve en eski dillerdir. Tanrıların adlarını ilk öğrenen uluslar, ilahi yasa ve geleneği sonsuza dek bozulmadan korumamız için onları kendi dilleriyle harmanlayarak bize iletmişlerdir. Ve tanrılar hakkında eğer bir şey biliyorsak, en önemlisi şüphesiz onların ebedi ve değişmez olanla anılması gereğidir.
“Anlam aynı olduktan sonra sözcüklerin ne önemi var diye soruyorsunuz. Bu da zannettiğiniz gibi değildir. Adlar eğer konvansiyon eseri (itibari, törel) olsa biri yerine diğerini kullanmak fark etmeyebilir. Fakat eşyanın tabiatından (doğal sıfatlardan) münezzeh iseler, bu amaca daha uygun olan sözler tanrılarca beğenilecektir. Bundan, mukaddes milletlerin dilinin diğer beşeri dillere tercih edilmesi gerektiği sonucu çıkar. Ek olarak, başka dile çevirilen sözcüklerin tam olarak aynı manayı korumadıkları, ve her milletin dilinde bazı deyimlerin başka milletlerin diline çevirilemeyeceği, çevirilse dahi aynı kuvvete sahip olmadıkları hatırlanmalıdır. Keza [gayri-Rumi milletlerin] dilindeki adlar son derece kuvvetli ve vecizdir, belirsizlik ve çok-anlamlılık taşımazlar. Bu açıdan da alî varlıkları ifadeye daha uygundurlar.
“ ‘Tanrılar Mısırlı mı ya da Mısırca mı konuşur’ gibi kuşkulardan kendinizi arındırın. Tanrılarla ilk mülaki olma şerefine nail olan insanların Mısırlılar olduğunu ve tanrıların onların ibadetinden hoşnut olduğunu düşünün.
“(...) Dini yasalarda tanrısal olan en önemli özellik değişmez (bozulmaz) olmaktır. Kadim ibadet ve duaların, mukaddes sığınaklar gibi, asla değişmeden, herhangi bir şey eksiltmeden ve kaynağı tanrısal olmayan hiçbir şey eklemeden korunması gerekir. Günümüzde eğer tanrısal dua ve ibadetler etkinliğini yitirdiyse bunun nedeni Rumların yenilik sevdası ve azgınlığı nedeniyle sürekli olarak değiştirilmiş ve bozulmuş olmalarıdır. Rumlar yeniliğe tutkun oldukları için her konuda heva ve heveslerin peşinden giderler; kendilerinde istikrar olmadığı gibi başkalarından öğrendikleri istikrarı da koruyamayıp değiştirme sevdasına kapılırlar. Oysa onların Barbar tabir ettiği milletler törelerine sadıktır ve (tanrıların tasvip ve takdir ettiği) sözlerini sadakatle korurlar.”
Kaynak: “Iamblichus on the Mysteries of the Egyptians, Chaldeans and Assyrians, translated by Thomas Taylor, London 1821,” bölüm VII.4-5. İngilizce sanırım Neoplatoniklerin teknik dilini çevirmekte yetersiz kalan bir dil. İslami mutasavvıfların terminolojisi çeviriye muhtemelen daha uygundur, Türkçe çeviride de kolaylık sağlar, ancak ne yazık ki o konuda yeterli bilgim veya tecrübem yok. Yunanca orijinal metni de internette bulamadım.
İki temel tez var burada.
1. Dil sadece bir anlam (bilgi) aktarma aracı değildir. Özellikle ilahi konularda dil bu dünyaya ve insanın dünyevi algılarına indirgenebilen kavramlardan mümkün mertebe arındırılmalıdır.
2. Rumların dünyeviliği ve yenilik sevdası kötüdür. Şark milletleri iyidir.
Biraz kontekst verelim.
Felsefede eski Atinalılardan 500 yıl sonra ilk özgün ve radikal açılımı temsil eden Neoplatonik (Yeni Eflatuncu) akım İskenderiye’de Ammonios Sakkas ve öğrencisi Plotinos (205-270) ile başladı. Eserleri Batı üniversitelerinde 15., İslam medreselerinde 19. yy’a dek felsefe ve mantık ilimlerine giriş babında okutulan Porphyrios (234-305, Arapçada Ferfûriyus), Plotin’in talebesi ve başlıca eserinin editörü idi. İamblikhos (245-325) Porphyrios’un takipçisi ve belki talebesi idi; hocasının kuşkularını yerle bir ettiği eseri saygı ve dostluk diliyle yazılmıştır. Antik Yunan filozoflarının bir kısmı ve özellikle Pythagoras hakkında bugün bildiklerimizin çoğu İamblikhos’un eserlerinden gelir.
Plotinos yerli Mısırlı idi. Kariyerinin ilk bölümünü İskenderiye’de tamamladıktan sonra Roma’ya gidip orada bir felsefe okulu kurdu. Eserlerini Yunanca yazdı. Porphyrios bugün Lübnan’da olan Tyre (Sur) kentinde doğdu. Asıl adı Malkhos (= Melkî), ana dili Fenikece idi. Atina’da çağın diğer önemli filozofu Longinos’un öğrencisi oldu. Roma’ya yerleşti, bir süre Sicilya’da yaşadı. Yunanca yazdı. İamblikhos Halep yakınındaki Kınnesrin’de (Khalkis) doğdu; aslen Süryani veya Arap idi. Adı Yamlikhâ (Yemliha, “hükümdar”) o devrin en yaygın Süryani erkek adlarından biridir. Muhtemelen Atina veya Roma’da tahsil gördü. Ancak yurduna dönerek Antakya-Hama yolu üzerinde bugün harabe olan Apamea’da bir okul (tekke?) kurdu. Yunanca yazdı.
Longinus’u (213-273) da ekleyelim. Bu muhterem de aslen Humus’lu Süryani veya Araptı. Atina’ya yerleşip çağın en tanınmış filozof, filolog ve hukukçusu oldu; Neoplatoniklere katılmadı. Homeros tefsirleri yüzyıllarca klasik referans kitabı kabul edildi (ancak günümüze ulaşmadı). 250 küsur yılında bazı aile işleri için kısa süreliğine ziyaret ettiği Suriye’de Palmyra hükümdarı Zenobia’nın ( = Zeynep) mürebbisi ve daha sonra baş danışmanı oldu. Zenobia’yı Roma’ya başkaldırarak Şark’ta yeni bir imparatorluk kurması için teşvik etti. Zenobia yenilince o da yenilmiş sayılarak Romalılar tarafından idam edildi.
Saydıklarımızın dördü de yeni palazlanan Hristiyan dinine muhalif idiler. 324’te Hristiyanlığın zaferini göremeden dünyadan göçtüler.
Özetlersek. Çağın en etkili dört filozofunun dördü (Sakkas ve Origenes’i de eklersek, altının altısı) şarklı. Hiç birinin anadili Yunanca veya Latince değil. Ama hepsi Yunanca yazmış. 3. yüzyılın son çeyreğine dek hepsi eğitim ve kariyer için Batı şehirlerini tercih etmiş. Sonra o tercih zayıflamış; okul ve hatta imparatorluk kurmak için Doğuya dönenler olmuş. Demek ki: Akdeniz dünyasının sıklet merkezi Doğuya kaymış.
Yukarıdaki din dili tartışmasını da belki bu çerçevede (de) değerlendirmek doğru olabilir.