Evrende kaç Yozgat var
Pazar Sohbeti
19 Eylül 2021
0:00
0:00
anahtar kelimeler
metin
Sonsuz sayıda galaksinin bulunduğu bir evrende, yaşamın sadece bir önemsiz yıldız sisteminin üçüncü gezegeninde ortaya çıkmış olduğuna inanmak güç. Mutlaka başka yaşam formları vardır evrende. Ve mantıken bunlardan en azından bazılarının, akıllı yaşam formları geliştirmiş olması lazım.
Bu da çağdaş bilimsel düşüncenin şaheserlerine bir başka örnek. Böyle bir argüman var piyasada. 1930’lardan beri duyuluyor... Çok kocaman bilim insanları bunu diyorlar. Galiba ilk Enrico Fermi dile getirmiş bu fikri. O da ciddi bir teori olarak mı söylemiş, kokteyl sohbeti arasında gırgırına mı atmış ortaya, çok belli değil gerçi. Ama madem koskoca Fermi söylemiş, elbette doğru olmalı.
Diyorlar ki, evrende bilmem kaç trilyon galaksi var. Bilmem kaç trilyon çarpı bilmem kaç yüz bin milyon gezegen var. Yani devasa bir örneklem nüfusu var önümüzde. Yaşam denilen hadiseyi oluşturan, bir dizi kimyasal ve fiziksel rastlantıyı matematiksel olarak ortaya koyduğumuzda, mutlaka, mutlaka, en azından birkaç tane başka gezegende de oluşmuş olmalıdır. Sırf istatistik bazında, sırf modelleme bazında.
Oysa ki aynı argümanı şu şekilde de yapabilirsin. Yani evet, trilyonlarca dünya var, sonsuza yakın planet var. İhtimal olarak belki bir tanesinde, on tanesinde, yüz tanesinde yaşam oluşmuştur. Belki aynı şekilde, aynı ihtimal hesapları gereğince, daha-küçük bir ihtimal dahi olsa, en azından bir tanesinde, zürafa nesli de üremiştir. Hatta ve hatta belki Zürafa Bonzo’nun genetik ikizi de orada üremiştir. İhtimal olarak bu mümkündür. Bütün bu çeşitli evrenlerin en azından bir tanesinde Yozgat kenti vardır ve Kırşehir’in kuzeyindedir. Diğerlerinde bazen güneyinde de olabilir. Aynı mantık... Aynı mantıkla eğer bu kadar çok sayısız evren varsa mutlaka bu evrenlerin birinde Fatih Sultan Mehmet İstanbul’u fethetmiş olmalıdır. En az bir örnekte Fatih Sultan Mehmet İstanbul’u bir salı günü fethetmiş olmalıdır... Aynı mantık, aynı argüman.
Kusura bakmayın da bu tür argümanları ciddiye alan bir bilim dünyasına ne kadar saygı gösterebiliriz, sağduyularına ne kadar güvenebiliriz? O konuda ben şahsen biraz kuşkuluyum.
Ek olarak, otobiyografik bir not.
İlk eşimin annesinin hayat arkadaşı tanınmış bir nükleer fizikçiydi. ABD federal yönetiminde mahiyetini bilmediğim görevinin yanısıra Georgetown Üniversitesinde hocaydı. Bilim felsefesi ve bilim tarihi konularına meraklıydı. 1979 yazında onunla haftalar boyu her akşam yemeğinde bu konuları tartıştık. Çağdaş bilimlerin yönüne ilişkin karamsarlığımın ilk ipuçlarını orada edindim sanıyorum.