Evliya Çelebi kölelerine nasıl muamele etti
Pazar Sohbeti
28 Haziran 2020
0:00
0:00
anahtar kelimeler
metin
Osmanlı’da kölelik önemli bir ekonomik değer taşıyor mu? Yeni Dünyada ABD’deki veya Brezilya’daki kölelikle karşılaştırılabilir mi?
Evliya Çelebi’ye bayılıyorum. Anlatım stili olarak çok orijinal bir adam. Çocuk ruhlu birisi. Oldukça cahil, ama aynı zamanda çok esprili ve olayların saçma tarafını gören biri, meraklı bir insan. Seyahatnamesi ilginç bir kitaptır. Mutlaka okuyun, orijinalinden okuyun. Tercümesine bakmayın, orijinalinden okumaya çalışın. Biraz zor gelir önce ama bir 20-30 sayfa sonra alışırsınız temposuna ve öylesi keyiflidir çünkü orada çok söz oyunları var, ince detaylar var çeviride tadını ve anlamını kaybeden.
İlk okuyuşta farkına varmayabiliyorsunuz bazı şeylerin. Sonra gözünüze çarpmaya başlıyor. Evliya Çelebi sık sık görevli olarak bir paşanın maiyetinde geziyor. Gittikleri yerde tahsilat yapıyorlar. Bayağı bildiğin mafya tahsilatı gibi tahsilat yapıyorlar. Paşa kendi özel hesabına ganimet topluyor ve yakın çevresindeki insanların hepsi de ondan ufak büyük bir pay alıyorlar. Evliya kardeşimiz de mutlaka her gittiği yerden birtakım mükafatlar, birtakım ödüllerle dönüyor. Bunları kaydetmeye çok dikkat ediyor. Aldığı şeyler temelde dört tane. Bir, nakit alıyor. Yani bir kese ile gümüş akça veriyorlar. İki, at veriyorlar. Üç, kıymetli giysiler, hılat ve kürk veriyorlar. Ve en önemlisi, hepsinden daha değerlisi, en temel gelir kalemi, köle veriyorlar. Bu köleler imparatorluğun kenar bölgelerinde yaşayan çeşitli talihsiz kavimlerden gelen köleler. Şöyle saatin tersi istikametinde dönersek Çerkesler, Gürcüler, Ruslar. Bu tarafa geçince Lehliler, Macarlar. Daha devam edince Afrikalı kara köleler. Bunlardan birer tane, üçer tane, beşer tane alıyor. En yakın pazara kadar götürüp orada satıyor. Fiyatlar konusunda, piyasa konusunda son derece uyanık. Falan yerde borsa düşük, İstanbul borsasında yüksek, izliyor ve biliyor. Temel geçim kaynağı bu. Köle ticareti, at ticareti.
Bu yanısıra yaptığı bir iş değil. Kırk yıl boyunca bu işi yapmış. Kölelerine iyi mi davranıyor, kötü mü davranıyor fazla bir bilgimiz yok. Genellikle oğlan köleleri cazip buluyor. Evliya Çelebinin biliyorsunuz kadınlara en ufak bir ilgisi yoktur. Kadınlardan sadece iğneleyici sözlerle söz eder, kadınlara ilgi gösterenlerden de iğneleyici sözlerle söz eder. Buna karşılık erkek güzelliği ve gençliği ve canlılığı konusunda, özellikle yaşı küçük erkekler konusunda son derece duyarlıdır. Kölelerinin birkaçına duygusal yakınlık da gösterdiğini anlıyoruz. Fakat günün sonunda bunlar maldır, alınır ve satılırlar.
Şu açıdan düşünmek lazım belki. Sürekli hareket halinde olan bir elit sınıfından söz ediyoruz. Paşalar durmadan bir vilayetten bir vilayete gidiyorlar. Günahkarları tedip ediyorlar, suçluları cezalandırıyorlar, isyanları bastırıyor, düzenlemeler yapıyorlar, vergiyi topluyorlar, dönüyorlar. Sürekli hareket halindeyken taşınabilecek olan, taşınması kolay olan emtia, bir, doğal olarak nakit, iki at, üç köle. Geçer akçe bunlar. Harcanan şeyler bunlar. Kötü mü davranıyor, iyi mi davranıyor meselesine gelince, uslu durdukları sürece insan niye kölelerine kötü davransın ki? Sonuç olarak mal bu ve malına kötü davranmak akıllı bir hareket değildir. Buna karşılık kaçmaya teşebbüs ettiklerinde — ki sık sık kaçıyorlar — öyle anlaşılıyor ki ortalığı birbirine katıyor Evliya Çelebi. Kadısından valisine kadar herkes seferber oluyor, kaçaklar yakalanıyor ve kırbaçlanıyor. Başka daha ağır bir suç işledikleri takdirde çok ağır şekilde cezalandırılıyor, idam ediliyor. Yani bu konuda hakikaten ABD’deki 19. yüzyılın kölelik düzenini anımsatan bir yapı var.
Evliya Çelebi bunları bir üretim faaliyetinde kullanmıyor. Bazen savaşlarında, çatışmalarda kendisine yardımcı oluyorlar, silahını veya ağırlığını taşıyorlar. Ama asıl amaç bu değil, alım satım. İstanbul en büyük köle pazarı, en büyük borsa orada. İdeal şartlarda köle İstanbul’da satılıyor. Beşte bir vergisi ödeniyor. Beşte bir vergisi ödendi kağıdı olmayan köleler yakalandığı zaman hazine bunlara el koyuyor. Hangi amaçla satılıyorlar? En temel işleri ev işlerinde çalışmak, bazen tarla işlerinde yardımcı olmak. Fakat daha da önemlisi erkek ve dişi olarak cinsel hizmetlerde kullanılmak üzere alınıp satılıyorlar. Öyle anlaşılıyor ki İstanbul’un ciddi bir köle nüfusu var. 16. yüzyıl bunun zirvesidir, fakat 17. yüzyılda da hala nüfusun önemli bir oranı köledir. Rakam vermek çok güç fakat yüzde on, yirmi, otuzları bulan bir köle nüfusundan söz edebiliyoruz.
Köle temini öyle anlaşılıyor ki Osmanlı dış siyasetinin en temel konularından biri. Sınır boylarlardaki devletimsi ya da devlet olmayan alanlar, Kafkasya, Afrika, Macaristanla Polonya arasındaki kontrol dışı bölge, Ukrayna’nın dış kısımları... Buralarda savaşların temel hedefi köle avcılığı. Tabii arazi de elde ediyor, arazi demek toprak kölesi elde ediyor, yani serf. Vergilendirecek bir nüfus elde ediyor. Böyle bir maddi getirisi var. Fakat bunun yanısıra savaşın içinde olan kişiler açısından temel amaç mümkün olduğu kadar çok ganimet ve köle elde edip bunların satışından para kazanmak. Osmanlı ekonomisinin temel boyutlarından birinin bu olduğu anlaşılıyor.
Tarihte kölelik
Şimdi bundan dolayı büyük bir ahlaki bunalıma mı giriyoruz? Lanet ve dehşet girdaplarına mı kapılıyoruz?
Arkadaşlar tarih okuyun. Tarih okuduğunuz zaman insanlık tarihinin nasıl komediyle trajedi karışımı bir şey olduğunu daha iyi görürsünüz. Tarihin her döneminde, her toplumda 19. yüzyıla gelinceye kadar kölelik olmuş. İnsan varoluşunun temel boyutlarından biri kölelik.
Marx ve Engels biraderler, biliyorsunuz, bir şey uydurmuşlar. Eski Yunan ve Roma’da köleliğe dayalı bir üretim tarzı varmış. Yanılmıyorsam Engels’tir bunu sistemli olarak ortaya atan, Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni’nde; Marx da birkaç kitabında oynar bu fikirle. Ama esas 1930’larda, Stalin zamanında bir dogma haline gelir. Bu teoriye göre insanlığın dört veya beş aşaması var: ilkel sınıfsız toplum, sonra köleci toplum, sonra feodal toplum, sonra kapitalist toplum, ondan sonra da en son biliyorsunuz komünal cennet gelecek. Deli saçmasıdır bu teori. Böyle bir şey yok. Kölelik bugün antropolojiden bildiğimiz en ilkel toplumlarda bile var. 40 ila 60 kişilik kabileler halinde dolaşan avcılık ve toplayıcılıkla geçinen insanlar dahi başka bir kabilenin adamını yakalayıp onu işletebiliyorlar. Yanlarında uşak olarak, evcil hayvan olarak gezdiriyorlar. Papua Yeni Gine’nin dağlı kabile toplumlarında kölelik var, gayet yaygın ve yerleşik bir kurum. İslam öncesi Arap aşiretlerinin köle bulundurduğunu biliyoruz, mevalidir bunun adı. İslam hukuku ilkel Arap hukukundan kölelik müessesesini doğrudan doğruya devralmıştır ve hiçbir reforma gerek duymadan, aksine hacim olarak çok büyüterek köleliği sürdürmüştür. 19.- 20. yüzyıla kadar sürdürmüştür. Hala dünyadaki İslam ülkelerinin bazılarında, mesela Moritanya’da, Fas’ta, kölelik hadisesi aynen devam ediyor. Bu da bir gerçek.
Feodal Avrupa’ya gelince. Feodal Avrupa ekonomik olarak 12. yüzyıla kadar fakir, az gelişmiş bir kıtadır. Fakat nispeten gelirin ve servetin yoğun olduğu yerlerde, şehirlerde, mesela Venedik kentinde, mesela Paris kentinde, bütün Ortaçağ boyunca hep kölelik var olmuş. Afrikalı köleler, Rus köleler, Arap köleler 13. yüzyıl literatüründe sürekli olarak anılır. Doğal hayatın bir parçasıdır. İnsanların evinde köle bulunur. Avrupa kültüründe cinsel kölelik müessesesi yoktur, en azından resmen yoktur. Yatağa atmak üzere bulundurduğunuz köleler fikri Avrupa kültüründe hep mekruh sayılmıştır. Oysaki İslam bunu sonuna kadar teşvik etmiş ve benimsemiş.
Kapitalizmde köle olmaz diye bir şey de katiyen söz konusu değil. ABD’nin kuzeyi ve güneyi eşit ölçüde kapitalist toplumlar İç Savaştan önce. Hatta daha gelişmiş olan kısmı, paranın daha fazla konsantre olduğu, bankacılığın ve uluslararası ticaretin daha gelişmiş olduğu kısım güney eyaletleri idi. Güneyin ekonomisi tarım üzerine kuruluydu. Kapitalizm sanayi üzerine kurulacak diye bir kural da yok. Tarımla da pekala kapitalizm olur. Dünyanın pamuk, tütün, şeker kamışı piyasalarını ele geçirirsiniz, mebzul miktarda Afrikalı köle getirip de bunları piyasada satarsınız, al sana kapitalizm. Yani sanayici Kuzey kazandı, tarımcı Güney kaybetti diye, kapitalizmin doğası kuzeydeki gibiydi, güneydeki kapitalizm değildi diye bir çıkarım yapmanıza gerek yok.
Kölelik çağlar boyunca hep olmuş bir vakıa. Bazı dönemlerde ekonominin can damarı haline gelmiş. Roma Cumhuriyetinde milattan önce birinci yüzyılda mesela öyle olduğu anlaşılıyor. İslam fetihlerinin ilk bir iki yüzyılında, 8., 9. yüzyıllarda İslam ekonomisinin büyük ölçüde organize kölelik üzerine kurulu olduğu anlaşılıyor. Osmanlı’da da 16. yüzyılda, büyük savaşlarla piyasaya çok miktarda kölenin geldiği, dolayısıyla köle fiyatlarının çok ucuzladığı dönemlerde, yani makul bir sermayeyle, mesela bin tane köle sahibi olabileceğin çağlarda, önemli bir üretim faktörüdür.
Köleliğin mekruh bir şey sayılarak yasaklanması İngiltere’nin dünyaya armağanıdır. 1820’lerden 30’lardan itibariyle İngilizler, fazla da rasyonel bir sebebi olmaksızın dellendiler ve bütün dünyada köleliği yasaklama görevini üstlerine aldılar. Köleliği sürdüren yerlere ambargo koydular, gemilerini müsadere ettiler, Brezilya ile Afrika arasındaki köle ticaretini askeri yöntemlerle önlediler, Doğu Afrika’da köle ticareti üzerine kurulu Arap krallıklarını yıktılar ve bu suretle köleliğe son verdiler.
Onun yerine ücretli kölelik sistemini getirdiler, insanlık da böylece ilerlemiş ve gelişmiş ve modernleşmiş oldu. Hepimiz bundan dolayı çok sevinçliyiz.