Etiyopya, Hristiyanlığı neden yayamadı
Pazar Sohbeti
24 Nisan 2022
0:00
0:00

metin

Neden Etiyopya çok erken bir tarihte Hristiyanlaşmasına rağmen Afrika’ya Batı kültürü nüfuz etmedi? Batılılar Afrika’ya Habeşistan üzerinden en başta din yoluyla hakim olma imkanına sahipken bunu neden kullanamadılar?
Etiyopya Hristiyanlığı ile Avrupa Hristiyanlığı farklı ve büyük ölçüde birbirine düşman iki dindir. Yani Batı dünyası Hristiyanlığın versiyonlarından birine sahip ve bir şekilde bunu kendine bayrak edinmiş. Ama Ermeni ile, Süryani ile, Habeş ile benzerliği çok yüzeyseldir. İki ayrı din bunlar. Tarihi kökenlerine giderseniz, bir yanda Roma İmparatorluğunun iki kanadının imparatorluk dini olarak benimsediği bir din var. Diğer yanda hiçbir zaman Roma İmparatorluğuna ait olmamış Ermenistan gibi, İran gibi, Uygur Türkleri gibi, Habeşistan gibi ülkelerin Hristiyanlık yorumları var. İki ayrı dünya.
Tarihte çeşitli dönemlerde Müslümanların baskısı ve tehdidi altında kalan Doğu Hristiyanları, denize düşen yılana sarılır düsturuyla Avrupa’ya sığınma ihtiyacını hissetmişlerdir. Ama bu aralarında sevgi ve güven bağı olduğu anlamına gelmez.
Etiyopya egemenleri, 16. yüzyılda, Osmanlı’nın da desteklediği bir Müslüman tehdidiyle karşılaştıklarında, o dönemde Hint Okyanusu’nda boy gösteren Portekizlileri yardıma çağırdılar. Portekizliler geldiler, Osmanlı’nın ilerlemesini durdurdular. Ondan sonra Etiyopyalıları Katolik etme derdine düştüler. 17. yüzyılın başında çok yoğun bir misyoner faaliyetiyle, yanlış yolda Hristiyan olduğuna kanaat getirdikleri Etiyopyalıları doğru yola getirmeye çalıştılar. Bir ara başardılar da. Etiyopya kralı Katolik oldu. Aradan üç beş yıl geçmedi, bunu tepetaklak ettiler, idam ettiler ve büyük bir kendi dinlerine dönüş hareketiyle Avrupalıları kovdular memleketten. Ondan sonra zaten 250 yıl boyunca bir tarafta Müslümanlar, bir tarafta Hristiyan Habeşler kendi içlerine kapandılar. Uzun bir karanlık dönem geçirdiler.
19. yüzyıla gelindiğinde Osmanlı’nın karşılaştığı problemin aynısıyla karşılaştı Habeşistan. Batı bariz bir şekilde çok üstün, çok zengin, çok medeni, her şeyiyle çok iyi. Sokakları temiz, operaları güzel, kütüphaneleri şahane, okulları mükemmel, giysileri düzgün. Biz ise burada sefil fareleri oynuyoruz. Dolayısıyla modernleşmek lazım, Batılılaşmak lazım. Ama bunu yaparken öyle bir şekilde yapalım ki dinimizden, özümüzden, kültürümüzden vazgeçmeyelim. Çıkmaz bir yoldu. Üçgen olsun ama dört köşesi olsun gibi bir talepti. Bütün dünya ülkeleri bu çıkmazı yaşadı, kimi daha az, kimi daha çok. Osmanlı’nın 19. yüzyılı kısaca bu paradoksla özetlenebilir. Batılılaşmalıyız ama kimliğimizden ödün vermemeliyiz. Nasıl olacak? Var mı öyle bir dünya?
Etiyopya da 19. yüzyıl sonunda, 20. yüzyıl sonlarına dek bu problemi yaşadı. Daha düne kadar bu problemi yaşıyordu. Fakat bugün gelinen noktada dünyanın her yerinde Batı artık eskisi gibi cazip bir model olmaktan çıktı. Bunamış bir baş belasına dönüştü Batı. Dolayısıyla eskisinin aksine, batılılaşalım ve modernleşelim mi yoksa kendi kültürümüze ve dinimize mi dönelim ikileminin yerine, bu sefer Çin mi Rusya mı Hindistan mı, yoksa biz burada bölgesel seviyede kendi başımıza ne yapabiliriz diyerek bir dağınıklık ve çok yönlülük çağına giriverdik.