Etimoloji nasıl yapılır
Pazar Sohbeti
6 Kasım 2022
0:00
0:00

metin

Kelimelerin etimolojik kökeni nasıl bulunur? Bu mesleği nasıl öğrendiniz? Bizi anlatır mısınız detaylarıyla?
Ben bu işe nasıl başladım, onu anlatayım size. Benim dil bilim eğitimim yok. Fakat bir avantajım var, bir sürü dil biliyorum. Özellikle Türkçe ile yakın alışverişi olmuş dillerin çoğunu biliyorum. İngilizce, Fransızca, Arapça, Ermenice, az buçuk Yunanca, az da olsa Farsça. Bunları bildiğin zaman şöyle bir durumla karşılaşırsın. Bazı kelimeler bu dillerde ortak. Mesela, sepet, hep bildiğimiz Türkçe bir kelime, ama aynı zamanda Farsça bir kelime. Hem Türkler kullanıyor bu kelimeyi hem Farslar. Bunun gibi yüzlerce, binlerce kelime. En basitini söyliyim size, telefon. Telefon elbette Türkçe bir kelime. Evde, çarşıda, gazetede Türkçe konuşan insanların bildiği ve kullandığı bir kelime. Fakat aynı zamanda İngilizce ve Fransızca, hatta Arapça bir kelime. Birinci başlangıç noktamız budur. Bu kelimeler tesadüfen aynı olmuş olamayacağına göre ya Türkçeden öbür dillere geçmiştir, ya öbür dilden Türkçeye geçmiştir, ya da ortak bir kaynaktan her ikisine gelmiştir. Öbür türlü açıklanamaz ortak kelimelerin olması.
Bu sorunun doğru cevabını verebilmek için bir dizi testten geçirmen gerekiyor. Testler çok kolay olabilir, içinden çıkılamayacak kadar zor olabilir. Fakat sırası aşağı yukarı bellidir. Birinci soru: Bu kelime Türkçe’ye ne zaman girmiş? O çağda kültürel akış hangi yöndeydi? Telefon kelimesi Türkçeye diyelim ki 1890’da girdi. O tarihte Fransızlar harıl harıl Türkçe öğrenip Türkçe kelimeleri mi kullanıyordu? Yoksa entelektüel modaların öncüsü olan Türkler harıl harıl Fransızca öğrenip oradan kavramlar, ifade biçimleri, terimler, fikirler mi kapıyordu? O kültür tarihini, dil tarihini bilmeniz lazım. Kültürler arasındaki ilişkilerin tarihini bilmeniz lazım. Mesela şunu bilmeniz lazım. “Edebi” sayılan yazı Arapçasında Türkçeden alıntı hiç kelime yok. Bir iki tane marjinal kelime belki çıkar, o kadar. Almamışlar. Almaları kültürel olarak mümkün değildi. Buna karşılık mesela 20. yüzyılın Mısır, Suriye, Irak avam dilinde azımsanmayacak sayıda Türkçe kelimeler var. Dolayısıyla Türkçe ile Arapça arasında ortak bir kelime, mesela dönerin Arapçası olan şawarma yahut zeytinyağlı yaprak dolmasının Arapçası olan <break time="0.5s" /> ““YALANCİ”” <break time="0.5s" /> gibi bir kelime gördüğünüz zaman öncelikle hangi tarihte geçmiş bilmeniz lazım. Devamen, hangi kültürel katmandan geçmiş, yani edebi dilden mi gelmiş, lokantacı argosundan mı gelmiş, bu bilgiyi araştırıp bulmanız lazım.
Türkçede başka dillerle ortak olan kelimelerin çok büyük bir kısmı, belki yüzde doksanı yazılı kültür döneminde girmiş Türkçeye. Dolayısıyla tarih ve filoloji biliyorsanız, hiç problemsiz alıntı yönünü kestirebilirsiniz. Telefon acaba Türkçeden mi İngilizceye geçmiş gibi bir soruyu asla sormuyoruz çünkü kelimenin tarihini biliyoruz. Hangi dilde önce ortaya çıkmış, o dilde hangi anlamı taşıyormuş, diğer dilde anlamsız bir kelime olarak, opak bir kelime olarak hangi tarihte, hangi kanallarla aktarılmış, bunlar bilinen şeyler.
Tarih testinden sonra ikinci test morfoloji testidir. Morfoloji demek, bir kelimeden başka kelime türetmenin yöntemleri demek. Her dilde bunun kuralları başkadır. İlgili dillerin her biri için geçerli kuralları bildikten sonra, kelimenin hangi dilde imal edildiğini yüzde yüze varan bir kesinlikle tespit edebilirsiniz. Yalan-ci Türkçede anlamlı bir konstrüksiyondur, Arapçada hiçbir makul anlamı yoktur. Aynı şekilde tele-phone, yani “uzak-ses”, Batı dillerinin 17. ila erken 20. yüzyıllardaki kelime üretme pratiklerine tamamen uygun bir örnektir; Türkçede ise opaktır, yapısal analizi mümkün değildir.
Üçüncü test fonolojidir, yani ses değişimleri. Burada dillerin çok enteresan bir özelliği devreye girer. Dünyadaki tüm diller, insan hançeresinin çıkarabildiği seslerin bir kısmını devre dışı bırakırlar. Örneğin Türkçede, pek çok dilde standart repertuvara dahil olan /ts/ ve /dz/ sesleri yoktur. İngilizlerin kolayca telaffuz ettiği /th/, /dh/ ve /w/ seslerini Türkler beceremez; becermeye kalktıklarında bunu “tuhaf” ve hatta “komik” bir şey olarak algılarlar. Arapların problemsiz söylediği ayın, ğayın ve xı sesleri standart Türkiye Türkçesinde yoktur. Aynı şekilde Arap dili, /p/, /ç/, /o/, /j/ seslerini tanımaz; /v/ ile /w/yi ayırt etmez; dahası, /wi/ çift sesini asla söyleyemez. Almanlar hayatta cumhuriyetin /c/sini telaffuz edemezler, Etschevit dememek için kıvranıp dururlar. Japonlar katiyen /r/ sesini çıkaramazlar. Hiçbir İspanyol’a /b/ ile /v/nin ayrı sesler olduğunu anlatamazsın. Adını söylesen Sevan mı, haa Seban diye cevap verirler.
Bu kuralın sonucu, bir dilden diğerine aktarılan kelimelerde yelpaze-dışı olan seslerin yerli eşdeğerine çevirilmesidir. Bu seslerden birini içeren kelimeler aktarımda bozulur. Bozulma her zaman tek yönlüdür. Mesela Türkçe çevirme Arapçaya şawarma olarak geçer; çünkü /ç/ ve /vi/ Arapçada imkansız seslerdir. Fakat Arapça şawarma Türkçeye aktarılsa olsa olsa şeverme olur. Çünkü /ş/ sesi Türkçede problemsizdir; /wa/ ise kolaylıkla /ve/ye dönüşür.
İşin buraya kadarkı kısmı oldukça kolay. Kelime hazinemizin yüzde doksanı aşkın kısmını bu üç basamakta çözebiliyoruz. Kendimiz çözemedik, varsa literatür araştırıyoruz. Akıllı insanlar bu konuda neler demiş, hangi kanıtları getirmiş diye arıyoruz. Kanıtlarını mantık ve tecrübe miyarına vuruyoruz. Pek nadiren mevcut akademik konsensusa katılmadığımız oluyor, ama normal koşullarda akıntıyla beraber kürek çekmemek için bir sebep göremiyoruz.
Asıl dertli kısım bundan sonra başlıyor. Yazılı dönemde çıkan kelimeleri iyi kötü çözdük. Peki yazılı dönemden önce veya yazılı kültür dışında ortaya çıkan kelimelerin kaynağını nasıl bulacağız? Mesela Latince Milattan Önce 3. yüzyılda ilk kez kargacık burgacık birtakım yazıtlarda boy gösterdiğinde bu dili oluşturan kelimeler nereden geliyor? Kültür tarihini bilmiyoruz artık, çünkü yazı yok ondan önce. Aynı şekilde Türkçe, ilk Orhun yazıtlarında ortaya çıkıyor. Orhun yazıtlarından bir süre sonra adamın biri muazzam bir sözlük hazırlıyor Divan-ı Lugat-ı Türk diye. Bunun arka planı hakkında, kütür tarihi açısından bir bilgimiz yok. Bundan önceki Türkler ne konuşmuşlar, kimlerden etkilenmişler, dil nasıl evrilmiş bilmiyoruz, çünkü yazılı belge yok.
Bu noktada iki tane araç var elimizde. Birincisi yine morfolojidir. Çok kuvvetli bir araçtır. İlk bakışta görüyoruz ki Divan-ı Lugat-i Türk’te geçen kelimelerin en az dörtte üçü, yine aynı sözlükte geçen başka kelimelerden türetilmiş. Belli kurallar uyarınca türetilmiş. O kuralları ciddi bir şekilde oturup çözümleyince neyi nasıl türettiklerini gayet net kavrıyoruz. Annemarie von Gabain ve Marcel Erdal bu konuda iki önemli kaynaktır. Radlof ve Clauson gibi sözlükçüleri de onlara ekleyelim.
İkinci araç ise, tarihi diller biliminin son iki yüz yılda muazzam bir emekle inşa ettiği fonoloji metodudur. Hint-Avrupa araştırmaları çerçevesinde geliştirdiler bu teknikleri. Ortak bir kökten geldiği varsayılan bir dizi farklı dil, Latince, Almanca, Yunanca, Eski Hintçe, Eski İranca arasındaki ses eşdeğerliklerini matematiksel bir kesinlikle inceleyip ortaya koydular. Hiçbir dilden diğerine ses değişimlerinin rastgele olmadığını, gayet katı kurallara uyduğunu keşfettiler. O kurallar zemininde bundan beş bin yıl önce ölüp gitmiş ve hiçbir yazılı kayıt bırakmamış bir dili sıfırdan inşa edebildiler.
Ne yazık ki Eski Türkçenin analizinde bu yöntem fazla verimli sonuçlar doğurmuyor. Çünkü Eski Türkçenin akrabası yok. Hint-Avrupa dillerinin ortak kökten gelen bir sürü akrabası var. Bunların çoğu çok erken tarihten itibaren yazılı kayıt bırakmış. Bunları kıyaslamak suretiyle olağanüstü bir bilgi dağarcığı üretebiliyorsun. Eski Türkçe ise öksüz bir dil. Akraba sayılabilecek bir Moğolca var, fakat o akrabalığı yüz senedir uğraştıkları halde daha kanıtlayabilmiş değiller. Korece yahut Japonca gibi dillerle ortak temeller bulma çabaları da dişe gelir bir sonuç üretmiyor. Matematiksel bir kesinlikle ortaya konabilmiş bir tek dönüşüm kuralı yok. Türkçeden Macar diline çok erken bir tarihte geçmiş yüze yakın kelime olduğu söyleniyor, Bundan hareketle Macar alimleri değerli çalışmalar yaptılar. Çok erken bir tarihte Ana Türkçeden ayrılmış bir dil olan Çuvaşçanın analizinden birtakım sonuçlar çıkarılabiliyor. Fakat bunların hepsini toplasan ancak bir incir çekirdeğini dolduran çorak sahalar. Özetle, Türkçenin yazılı dönem öncesi kelime hazinesinin kaynakları konusunda çok büyük ölçüde karanlıkta olduğumuzu kabul etmekten başka çare görünmüyor.
Türkçenin yüzde kırkı Arapçadan geliyor dediniz. Nasıl bir sayım bu? Neye göre?
Kırk doğru değil, yüzde otuz civarında olması lazım. Ben 15.300 kelimede 4500 Arapça kökenli sayabiliyorum.
Bir kanunu yok bunun nasıl sayılacağınının. Ben şöyle yaptım. Biliyorsunuz yıllardır bir sözlükle uğraşıyorum. Bu sözlükte kendimi bugünün standart yazı Türkçesiyle sınırlı tuttum. Yani Kırşehir ağzını, Şanlıurfa ağzını bir yana bıraktım. Dedelerimizin bildiği ama bugün standart kullanımdan tamamen düşmüş olan kelimeleri bir yana bıraktım. Torna tesviye mesleğine yahut eczacılığa ait ezoterik kelime dağarcığını da bir yana bıraktım. 2000’li yıllarda kültürlü birinin kültürlü bir kamuoyuna hitap ederken açıklama yapma gereği duymadan kullanacağı tüm kelimeleri içermeye çalıştım. Yapıca şeffaf olan türevlerle sözlüğü fazla şişirmemeye gayret ettim. Şöyle örnek vereyim, göz Türkçe bir kelime, sözlüğe dahil. Gözlük de dahil, çünkü anlamı şeffaf değil. Gözlük demek, teorik olarak, göz olma niteliği demek olabilir, ocularity yani. Göz yerine geçen herhangi bir aygıt olabilir, kamera gibi. Göz çukurunun adı olabilir. Eskimiş gözleri attığın bir yer olabilir, çöplük gibi. (“Hemşire hanım gözlüğü ara bakalım, bu adama uygun bir göz var mı?”) Ama gözlükçü ve gözlükçülük, gözlüklü ve gözlüksüzlük yok sözlükte. Sonuçta 15.300 kelime çıktı. Kriteri biraz esnetip 30.000 kelimeye de çıkarabilirsin ama ben 15 bin 300’de kestim. Son 50-60 senede gazetelerde, kitaplarda, online medyada kullanılmış mı? Ne sıklıkta kullanılmış? Böyle şeyleri göz önüne aldım.
Sonuçta çıkan şu: 4370 kelimeyi Arapçadan direkt olarak almışız. Endirekt alıntılar bu toplamda yok. Arapçadan alıp üzerine Türkçe veya başka dilde ek eklenerek üretilmiş kelimeler de yok. Harbi Arapçadan alınma kelimeler dört bin üç yüz yetmiş çıkıyor. Yani yüzde otuz. Orta Asya Türkçesi’nden miras olan kelimeler 1559, yani Arapçanın üçte biri kadar. Farsçadan alıntılar 1208, 1208. Yüzde 8 veya 9 oluyor galiba. Fransızca bir ton var, İngilizce bir ton var, diğer diller az.
Bu dört dildir son bin yılda Türkçeyi radikal bir şekilde etkilemiş olanlar. Önce bin yıl boyunca Türklerin kültürel norm olarak kabul ettiği Arapça ve Farsça. Ondan sonraki dönemde Fransızca, bugün de İngilizce. Bunun dışında İtalyancadan, Yunancadan birkaç yüz düzeyinde kelime var. Ermenice elli kelimeyi zor bulur standart dile giren kelimeler. Kürtçe 15, o da biraz zorlayarak ancak. Zazacadan kelime alınmamış, Süryaniceden direkt olarak alınmamış, ancak Arapça vasıtasıyla gelen küçük bir miras var. Lazcadan alınmamış. Gürcüceden belki bir kelime, aznavur, o da nasıl değerlendireceğine bağlı. Yani Gürcüceden değil Çerkesçeden mi alındı; nihai kökenine bakıp Ermenice yahut İranca mı demeli? O kadar.