Elon Musk Twitter’i alsın mı
Pazar Sohbeti
20 Ekim 2022
0:00
0:00

anahtar kelimeler

metin

Dünyada son birkaç günün önemli olayı Twitter’ın Elon Musk tarafından satın alınmasıydı. Bu konudaki görüşlerinizi bizimle paylaşır mısınız?
Muazzam bir meydan okumayla, çok büyük bir güç gösterisiyle karşı karşıyayız. Birkaç yıldan beri Amerikan yönetimi Batı dünyasında bugüne kadar geçerli olan özgürlük, hak, hukuk normlarını hiçe sayarak bir ideolojik diktatörlük kurma konusunda son derece kararlı ve ciddi adımlar atıyor. Elon Musk sözünü ne kadar yerine getirebilir, ne kadar ciddidir bilinmez, fakat bu diktatörlüğe karşı mücadele edeceğini beyan etti. Ve dünyanın şu anda en etkili, hatta tek etkili haberleşme kanalını özel bir şahıs olarak satın aldı.
Sonu Julian Assange’a benzer mi? Elbette böyle bir ihtimal var. Çünkü dünden itibaren ana akım medyada, yani CNN’de, Washington Post’ta ve Amerikan devletinin ve müttefiklerinin sosyal medya paylaşımlarında feci bir karalama kampanyasıyla karşılaştı. Bu adamı yok ederiz, böcek gibi ezeriz diye özetlenebilecek bir kampanya bu. Diğer yandan şunu düşünüyorum: 44 milyar dolar ödedi deniyor. 44 milyar dolar öyle kolay bir araya getirebilecek bir rakam değil. 44 milyar dolar Türkiye bütçesinin yarısı kadar bir para. Bunu Elon Musk dur kasadan çıkarıp getireyim demedi. Bunu nominal varlıklarına istinaden gerek bankalardan, gerek finans kuruluşlarından, gerek şahıslardan kredi olarak aldı. Demek ki birtakım insanlar, 44 milyara sahip ve 44 milyarı bir kumara yatıracak pozisyonda olan insanlar, bu işte gelecek görüyorlar. Bunlar palavra insanlar değil. Al sana evladım bu parayı da ye istersen diyecek insanlar değil. Olaylardan haberdar, ne istediğini bilen insanlar olduklarını varsayıyoruz. Demek ki, hissettiğim o, Amerika’da şu anki cunta yönetimine karşı direnişi bir şekilde örgütlemeyi düşünen, tasarlayan, isteyen, bilen ve finanse eden bir kesim var. Arka planda nasıl bir kavga veriliyor bilemiyoruz. Şu anki gidişin gidiş olmadığını gören, yani Covid kriziydi, iklim kriziydi, gender kepazeliğiydi, Ukrayna savaşıydı, bunların bir çılgınlık gidişi olduğunu idrak eden ve bir şekilde önünü kesmeye çalışan birileri var. Tahmin ediyorum ki bu birileri sadece özel şahıslar değil, ABD devlet organları içinde de etkinler. Twitter’in satışı gibi hayati bir adımın devlet organları içinden destek görmeden gerçekleşmesi bana zor görünüyor.
Şimdi işin ilkesel tarafına bakalım. Son iki yüz yıl boyunca demokratik düşüncenin değişmeyen varsayımı şuydu: Özel kişilerin, yani kendi çıkarının derdinde olan insanların kamu alanını kontrol etmesi kötüdür. Toplumsal dejenerasyondur. Özel kişiler kendi çıkarları için kumpaslar kurarak, karteller kurarak, kamuoyunu yönlendiren kurumları, basını, üniversiteleri, devlet organlarını, mahkemeleri satın almaya başlarsa o toplumdan hayır gelmez. Aslında modern çağ da değil, Eski Yunan’dan beri genel kabuldür bu.
Peki özel şahısların tasallutuna kim karşı koyacaktır? Bu sorunun da cevabı belliydi eskiden. Kamuyu temsil eden, ortak aklı temsil eden, özel çıkarlara teslim olmayacak kadar bilge ve iyi eğitimli olan, farklı bakış açılarını kavrama ve onları değerlendirme yeteneği olan seçkinler ve onların temsil ettiği devlet.
Demokratik teorinin, cumhuriyet teorisinin altında yatan fikir budur. Bir yanda kamu çıkarı vardır, birileri bu kamu çıkarını tanımlayabilir ve bu konuda akil insanların ortak görüşünü ifade edebilir. Öbür yanda özel çıkarlar vardır. Özel çıkar, kamu çıkarının zıddıdır. Özel çıkar kamudan bir şey koparmaya çalışır. Oysa kamu herkesin ortak çıkarını gözetir. Kamu çıkarını en iyi kim temsil eder konusunda fikir ayrılıkları vardır. Kimi der ki ortak sahada bütün vatandaşlar bir araya gelip serbestçe tartışmalı ve ortak iradeyi ortaya koymalıdır. Jean-Jacques Rousseau böyle demiş. Alman siyasi düşüncesinde etkili olan ekolü temsil edenler der ki kamu çıkarını yetkili Devlet görevlileri ve bağımsız yargıçlar temsil eder. Eski usul Anglo-Amerikan liberallerinin bir kısmı ise der ki, kamu çıkarını formüle etmeye çalışma, kişilerin serbest ve eşit koşullarda yarıştığı bir serbest piyasada kamu çıkarı kendiliğinden oluşacaktır. Ana fikir hep aynıdır: Kamu çıkarı ayrı, özel şahıs çıkarı ayrı.
Bugün geldiğimiz noktada bu teori bitmiştir. Çünkü öyle bir devlet, öyle bir kurumsal yapı kalmadı geriye. Devlet dediğimiz şey bugün geldiğimiz noktada kamunun gözlerinden ırak, gizlilik içinde ve çoğu zaman yasa dışı yöntemlerle iş yapan güvenlik kurumlarının bir federasyonu görüntüsündedir. Kimin hangi çıkara hizmet ettiğini dışarıdan birinin kestiremeyeceği bir zincirleme çıkarlar yığınına dönüşmüştür. Büyük parasal çıkarlarla el ele, cep cebe, koyun koyunadır. Toplumun genelinin güvenebileceği, yani fikirlerine katılmasak bile saygıdeğer insanlardır bunlar çünkü iyi eğitim görmüşler diyebileceği bir zümre ve sınıf kalmamıştır. Üniversiteler ticari çıkarlara satılmıştır. Dünya medyasının tamamına yakını birbiriyle ortak olan toplam dört veya beş firma tarafından satın alınmıştır.
Böyle bir dünyada kime güveneceksin? Kamu meydanının sağlığını ve bağımsızlığını koruyacak olan mekanizma nedir? Yok böyle bir şey. Büyük bir çıkmazla karşı karşıyayız. Belki bundan sonra bazı yeni kurumlar ve yapılar ortaya çıkar, fakat bugün o işlevi yerine getirecek bir merci yok. Dolayısıyla, en azından bireysel güç sahibi olan, doymuş olan, yani daha fazla kazanmak için yırtınmasına gerek olmayan, öyle bir pozisyonda olup da bir şekilde kişiliğini korumuş olan, memur olmayan, birilerinden emir almaz herhalde diyebileceğimiz bireysel patronlara güvenmekten başka bir çaremiz yok. Onlara güvenebilir miyiz bilmiyorum, sanmıyorum uzun vadede. Fakat daha iyi bir seçenek var mı ortada? Ben göremiyorum.