Eğitimde reform nasıl olmalı
Pazar Sohbeti
3 Ekim 2021
0:00
0:00

metin

Dünya çapında eğitim sistemi nasıl değişebilir? Kaliteli eğitim nasıl olur? Eğitim reformu gelecek için bir çözüm müdür?
Üçe ayıralım soruyu isterseniz. İlk öğrenim, orta öğrenim ve üniversite. Yani büluğ çağından önceki çocuk eğitimi, büluğ çağındaki gençlerin eğitimi ve ülke elitlerinin eğitimi.
İlk öğrenim
İlkokul değişmez herhalde. İlk öğrenimin temel ilkeleri yüzyıllardan beri aşağı yukarı aynıdır. İlkokulda okuma yazma öğretilir. Okuma yazma ve temel aritmetik. Belki okuma ve yazmanın çok daha kuvvetli bir şekilde vurgulanması gerekir diye düşünüyorum.
Şöyle bir fikir son zamanlarda kafamı kurcalıyor. Çocuklar kendi yaşıtlarından çok şey öğrenmezler. Kendi eşitlerini ciddiye almazlar, onlara hayranlık ve aşkla bağlanmazlar. Çünkü küçük bir dünyaları var ve bunu aşmaya çalışıyorlar. Bunun dışında büyük bir dünya olduğunun farkındalar çok küçük yaştan itibaren. Ve ona heyecanla, tutkuyla ulaşmaya çalışıyorlar. Örnek aldıkları kişiler, hayran oldukları kişiler, peşinden koştukları ve taklit etmeye çalıştıkları kişiler büyükleridir, abileridir, ablalarıdır. Çoğu zaman bir yaş farkı, iki yaş farkı yeter. Onlardan, mesela, hava atmayı öğrenirler. Argo, küfürlü konuşmayı öğrenirler. Cinsel bilgiler edinirler ya da futbol oynamayı öğrenirler. Onların futbol oynama becerisine hayranlık duyarlar. Hayranlık duydukları andan itibaren inanılmaz bir hızla her şeyi kaparlar, sünger gibi emerler. Hemen öğrenirler. Bu büyük çocuğun ilgilenmesi, yol göstermesi hiç lazım değildir. Yeter ki birazcık kapısı açık olsun, yani izleyip bir şeyler öğrenebilecekleri bir fırsat olsun. Ağabey iyi futbol oynuyorsa, küçük çocuğu o ağabey hadi git başımdan deyip kovsa da fark etmez. O abiden futbol öğrenir, futbolun püf noktalarını öğrenir ve kendini ona kanıtlamak için inanılmaz bir çaba harcar. Futbol olmaz, satranç olur. Satranç olmaz, senfoni bestelemek olur. 5 yaşında, 8 yaşında olağanüstü eserler bestelemiş insanlar var, yalnız Mozart değil. Çok basit bir gerçek: Bir rol modeli varsa ve o rol modeline aşık olmuşsa çocuk, senfoni bestelemeyi de öğrenir, bilgisayar programı yapmayı da öğrenir. Çok hızlı öğrenir. Ben altı yaşındayım ama aslında daha büyüğüm çünkü sekiz yaşındaki abimi taklit edebiliyorum duygusudur çocukları kabuklarının ötesine geçiren, yeteneklerini parlatan.
Eşitleriyle birlikteyken bu heyecanı geliştirmesi daha zor çocuğun. Dolayısıyla ilkokulda çocukların kendi yaş grubuna hapsedilmesi yanlış bir politikadır diye düşünüyorum. Şunu düşünün: Sokakta farklı yaş gruplarından çocuklar bir araya gelip çete oluştururlar. O çetede öğrenme hızı ile ilkokul sınıfındaki öğrenme imkanı ve hızı çok farklıdır. Bu gözlemi bir kere not edin.
Büyük çocuklarla küçük çocukların bir arada bulunduğu ortamda küçüklerin sık sık dayak yiyeceklerini de kabul etmek lazım. Bu gerçek. Lakin dayak yemek o kadar kötü bir şey değil. Yaşam eğitiminin gerekli bir parçasıdır.
İkinci bir gözlem. Çocuklar, hakiki olanla görev icabı olanın farkını çok kolay kavrarlar. Öğretmen profesyonel öğreticidir, birtakım şeyleri görevi olduğu için anlatır. Çocuk bunu hisseder. İnandığı için, daha doğrusu kendi yaşamında önem taşıdığı için bir şeyi yapan veya uygulayan veya anlatan insanla, görevi olduğu için veya müfredat gereği anlatan insan arasında bir uçurum vardır. Çocuklar bu ikincisini küçümserler. Onun otoritesini kırmak için, onu zedelemek için her türlü küçük oyunu oynarlar. Oysa ki, yine demin değindiğim gibi, çocuğa hiç ilgi göstermese bile, kendi dünyasındaki birtakım şeyleri önemseyen ve hayatını buna adamış olan insan, isterse saat tamircisi olsun, isterse futbolcu olsun, isterse senfoni bestecisi veya bilgisayar programcısı olsun, içten gelen bir hırsla ve istekle bu işi yapan insanlara çocuklar anında mıknatıs gibi yapışırlar. Peşine takılırlar ve çok hızlı öğrenirler. O yüzden, profesyonel eğiticilerin dışında dışında bir şekilde hakiki hayat deneyimlerine ve tutkularına sahip olan insanlarla çocukların bir arada bulunması ve onlardan öğrenmesi, bunun fırsatlarının yaratılması önemli.
Bu iki nokta dışında ilk öğretim hakkında önerebileceğim fazla bir şey yok. İlkokulda toplu eğitim şarttır diye düşünüyorum. Evde eğitime karşıyım. Bir kere sosyalizasyon açısından elzemdir. İkincisi, sağlık açısından şarttır. Çocukların mikroplara, virüslere bağışıklık kazanması için gerekli. Çocuklar nezle olacak, grip olacak, hatta Covid olacak ki sağlıklı bir yaşam sürebilsinler.
Orta öğrenim
Gelelim ikinci eğitim aşamasına. Bizim dönemimizde altıncı sınıftan başlardı, şimdi galiba beşinci sınıf oldu. Bugünkü şekliyle orta öğrenimin tamamen ziyan olduğu kanısındayım. Hiçbir faydası olduğuna inanmıyorum. Elli yıl önce de inanmıyordum, halen de inanmıyorum. Komple vakit kaybıdır. Eziyettir çocuklar için. Ortaokul ve liseyi seven ve bundan hayatta önemli şeyler kazandım diyen insan çok az tanıdım. Onlar da genellikle öğretmenin gözüne girmek için çırpınan tiplerdir.
Orta öğretim müfredatı hala bütün dünyada, yalnız Türkiye’de değil her yerde, 19. yüzyıl sonunda oluşturulan müfredattır. O devirde toplumların geleceğinin mühendislikte, sanayide olduğuna dair bir inanç vardı. Dolayısıyla fizik, kimya, matematik öğrenmeli çocuklar ki yarın mühendis olabilsinler. Bu anlayışla kuruldu ortaokul ve lise müfredatı. Bugünün toplumunda karşılığı olmayan, gerçek hayata tekabül etmeyen bir eğitim anlayışıdır. Bugün okulda öğrendiğiniz fizik, kimya, matematik, biyoloji hayatınızda bir işinize yaramayacak. Çok küçük bir azınlık belki ileride bunlar üzerine bir şeyler inşa etme fırsatını bulacak. Eğitim gören çocukların çok büyük bir bölümü, yüzde doksanları, aldıkları eğitimle hiçbir alakası olmayan marjinal işlerle hayatlarını geçirecekler. İşçi olacaklar, işsiz olacaklar, taksi şoförü olacaklar, bir gün barda garson, bir gün plajda yardımcı, ondan sonraki hafta işsiz, ondan sonraki hafta işsizlik sigortası alan kişi olacaklar, birtakım şirketlerde getir götür elemanı olacaklar, kurye olacaklar, pizza getirip götürecekler. Uyuşturucu satacaklar, çağın en gözde mesleklerinden biri. Bu insanlar için orta öğrenimde öğrendikleri fizik, kimya ve matematiğin, edebiyat tarihinin, dil bilgisinin hiçbir işlevi yok. En ufak bir şekilde faydasını görmeyecekler bunun. Boşuna harcanmış 6 yıl mı, 8 yıl mı, bir süreden bahsediyoruz.
Bunun dışındaki büyükçe bir kesim, resmi ve sivil bürokraside görev alacak. Ve bilgi tasnif etmekle, rapor yazmakla, kağıtları bir masadan diğerine aktamakla geçinecekler. Onların okulda öğrenmeleri gereken en temel beceriler Excel kullanmak, Word kullanmak, iş mektubu yazmaktır, yani bürokrat olmanın, memur olmanın tekniklerini öğrenmek. Bugünün dünyasında eğer hukukçu olacaksan, ortaokul lisede öğrendiklerinin hiçbir faydası yok. Tıp okuyacaksan belki biraz biyoloji temeli alırsın, ama tıp için sana lazım olan biyolojiyi evde oturup biraz Google karıştırırsan bir haftada öğrenirsin zaten. Toplumu yönetecek olan bir azınlığa mensup olacaksan, yine orta eğitimin sana fazla bir faydası yok. Çünkü onun gerektirdiği geniş ufuklu tarih bilgisi, edebiyat bilgisi, insan bilgisi okulda öğretilen şeyler değil.
Dolayısıyla ortaokul ve lisenin tamamiyle iptal edilmesi bence olabilecek en doğru çözümdür. Bunu yıllardır bu konu üzerinde düşünmüş, üç çocuk yetiştirmiş biri olarak söylüyorum. Eşim Atina’da lise öğretmeniydi bundan iki yıl önceye kadar. Son derece başarılı, ödüller almış, lider pozisyonunda olan bir okul öğretmeniydi. Onun deneyimlerini de biliyorum. Ortaokul ve lise komple vakit kaybıdır.
Orta öğrenim reformu
Ne yapılabilir? Belki size hayal gibi gelebilir, iki tane oldukça radikal fikir önereceğim.
Birincisi çıraklık. Bence çıraklık ve kalfalık müessesesinin devlet tarafından son derece kuvvetli bir şekilde desteklenmesi lazım. İlkokulu bitiren herkesin, 12 yaşını geçen herkesin bir şekilde çırak olması ve bunun kalıcı bir çıraklık, yani 3 yıl, 5 yıl, 6 yıl sürecek bir çıraklık olmasının sağlanması gerekiyor. İlkokul mezunu çocukların neredeyse tamamının bir şekilde çıraklık bulması, gerek işveren açısından, gerek çocuk ve çocuğun ailesi açısından alınacak tedbirlerle kuvvetle teşvik edilmelidir. Her işverenin çırak tutmak ve çırağını kalıcı kılmak yani uzun vadeli çalıştırmak için kuvvetli nedenleri olmalı. Çocuklar da aynı zamanda bundan para kazanmalı. Bir şey öğrendiği hissine kapılmalı. Çıraklık derken sadece iş yeri, dükkan çıraklığından söz etmiyorum. Büyük firmalarda çıraklık. Devlet dairelerinde, kuruluşlarda çıraklık. Üniversitelerde çıraklık, askeriyede çıraklık, polis teşkilatında çıraklık, çiftlikte, televizyon stüdyosunda, şehir hatları vapurunda, her türlü yerde çıraklık mümkün olmalı. Hastanede de çırak olunur. Uzay istasyonunda da olunur. Senfoni orkestrasında da olunur. Getir götür elemanlığıyla başlarsın, çocuğum şurayı süpür, çay getirle başlarsın. Fakat bir iş yerinin, bir mesleğin kokusunu alırsın. Orada yaşça senden büyük insanlardan çok şey öğrenirsin. İşveren her zaman iyi niyetli, babacan, Nubar Terziyan profilinde biri olacak gibi bir hayalim yok. İnsanlar kötüdür, zayıf birini ele geçirince ezmeye çalışırlar. Fakat bunlar da yaşamın bir parçasıdır. En kötü ustadan bir çocuğun öğrenecekleri, ortaokul lisede öğreneceklerinden fazladır.
İkinci bir fikir var ki, Şirince günlerinden beri gitgide kafamızda şekillendi. Eğitim danışmanı diyebileceğimiz bir kurum düşünüyorum. Öğretmen değil eğitim danışmanı, fikir abisi yahut ablası gibi bir şey. Bunlar belki belediyenin yahut kamunun yahut da birtakım kurumların temin edeceği mekanda bireysel olarak, herhangi bir kurumsal olayın parçası olmadan, kurumsal bir maaş almadan, part time koşullarda eğitim hizmeti vermeye teşvik edilir. Kendi başka bir mesleği olacak yanı sıra. Haftada üç gün, beş gün gidip 20-30 öğrenciyi aşmayan bir gruba belki 3 ay, 6 ay gibi bir süreyle herhangi bir konuyu öğretecek. Onlara yol gösterici olacak.
En basiti kitap okutmaktır. Kitap okuma abisi veya ablası. Her şehirde, her mahallede, her semtte, Biliyor musun falanca abla çok güzel kitap okutuyor, ona kaydolalım, haftada bir toplanıp bize kitap okumayı öğretsin denilecek. Yahut satranç öğretsin. Yahut motor tamirciliği öğretsin. Yahut İngilizce öğretsin. En kaliteli eğitim danışmanlarını getiren belediye, oy da kazanır, para da kazanır. Kısmen kamu fonlarından desteklenmesi lazım bu hadisenin, kısmen öğrencilerden alınacak ücretlerle. Ve öğrenciden alınacak ücret konusunda eğitim danışmanının tamamen serbest olması en doğrusudur. İsterse bin dolar fiyat çeker, isterse bedava yapar, isterse bazı öğrencilerden bin dolar alır bazılarına sen ödeme der. Kendi bileceği iş. Hiçbir şekilde kurumlaşmamalı. Maksimum bir adet çömez veya sekreter tutabilmeli. Ruhsat filan da gerektiğini sanmıyorum. Belki birkaç günlük bir kurstan geçirilebilirler, o kadar.
Bu sistem, yani bir yandan gerçek hayatta bir çıraklık eğitimi, gerçek bir mesleğin ilk basamaklarında bulunma eğitimi, diğer yandan alabildiğine esnek bir şekilde çocuğun pratik ve teorik ufkunu genişletme potansiyeline sahip imkanların yaratılması, bugünkü eğitim sistemiyle kıyaslanmayacak kadar hem daha yararlı hem daha ucuzdur diye sanıyorum. Bir yanda gençleri gerçek hayatla tanıştırır ve meslek sahibi yaparken, bir yandan da teori eğitiminin, fikir eğitiminin, felsefe eğitiminin, yüksek bilim eğitiminin büluğ çağındaki ergenler arasında yaygınlaşmasını sağlayacak olan bir yapıdır bence.
Yüksek öğrenim
Üniversiteye gelince, üniversite konusunda kafam son derece net. Üniversite, toplumun yönetici kadrolarını yetiştirecek olan kurumdur. Yönetici kadrolarının sayısı bellidir, diyelim ki toplumun %5’i olsun. Fire ihtimalini de göz önüne bulundurarak, diyelim ki %10’unu eğitelim. Demek ki üniversite kayıt kapasitesi nüfusun %10’u ile sınırlı olmalıdır. 18 yaşına gelen on genç varsa sadece biri üniversiteye kabul edilmelidir. Bu da şu anda tamamen çürümüş ve tükenmiş olan üniversite kurumunu yeniden sağlıklı bir zemine oturtabilecek olan yegane yoldur.
Sayıların çok küçülmesi lazım. Çünkü toplumun yüzde ellisini üniversiteye sokmaya teşebbüs edersen elinde çöp kalır. Hiçbir toplumun eğitmen kadrosu bunun için yeterli değildir. Hiçbir toplumun fiziksel eğitim altyapısı, kütüphanesi, vesairesi bunun için yeterli değildir. Ne de %50’sini teorik eğitime, yönetici eğitimine sevk edeceğin bir toplumdan sana bir daha hayır gelir. Bariz bir gerçek var ortada. Üniversite eğitimi, yalnız Türkiye’de değil her yerde, insanların kariyer potansiyelini yükselten değil, azaltan bir süreç. Üniversiteden mezunsa iş bulma ihtimali artmıyor, azalıyor. Bunun absürt bir durum olduğunu takdir etmek için alim olmak gerekmiyor sanırım.