Doğunun nüfusu dün neydi, bugün ne, yarın ne olacak
Pazar Sohbeti (Düzenlenmiş)
7 Mart 2021
0:00
0:00

anahtar kelimeler

metin

Doğu Anadolu’nun eski yerleşim yapısı nasıldı? Seyahat kitabınızda Van şehrinin ve Bitlis’in merkezi Türk’tü demişsiniz. Bu topluluk göç mü etti acaba?
18, 19, 20. Üçe ayıralım isterseniz sorunuzu, sırayla gidelim.
18. yüzyılda Fırat doğusunun neredeyse tamamı Osmanlı’ya kağıt üzerinde bağlı görünen Kürt bey hanedanlarının egemenliği altındadır. Daha evvelinde Osmanlı’nın memur atadığı yerler de, mesela Van gibi, Kürt hanedanlarının eline geçmiştir. En güçlü beylikler, kuzeyden güneye, Bayazıt, Muş, Çarsancak (yani Çemişgezek Pertek tarafı), Silvan, Bitlis, Cizre, Hakkari vesairedir. Bunlara az ya da çok boyun eğen düzinelerle daha küçük beylikler de vardır. Bunlar kendi haraç ve vergisini kendii toplayan, kuşaklardan beri iktidarı babadan oğula veya yeğene devreden, bazen lütfedip İstanbul’a biraz peşkeş gönderen, birbiriyle kıyasıya savaşan, gerektiğinde Osmanlı paşasına karşı ordu süren müstakil beyliklerdir. Kilit birkaç şehirde, mesela Erzurum’da, Diyarbekir’de, Van’da Osmanlı’nın garnizonu vardır. Ama mesela Van paşalığı da Kürt hanedan eline geçmiştir. Garnizonlar merkezden ipi koparmış, kendi kendini idame ettiren çıkar topluluklarına dönüşmüştür.
O tarihlerde köylü nüfusun çok büyük kısmı Ermenidir. Muş’ta, Harput Ovasında, Van’da, Erzincan’da tamamına yakını öyledir. Hınıs’ta, Malazgirt’te hızlı bir Kürtleşme yaşanmıştır. Kürtler genellikle hayvancılıkla geçinen konargöçer aşiret yapısındadır. Beylere askeri hizmet temin ederler, karşılığında Ermeni yerleşik nüfusun ürettiği artı değerden pay alırlar. Beylik merkezi olan kasabalarda idari görevleri olan bir Kürt nüfus vardır. Bir de anlaşılan, beyliklerin periferisinde servet edinip kasabalara yerleşen bir Kürt rantiye sınıfı vardır. Tüm bölgede ortak dil Kürtçedir. Ancak şehir ve kasabalarda yüksek sınıfların prestij dili Türkçedir, yani Osmanlıcadır. Bu yüzden Diyarbekir gibi, Palu gibi, Harput gibi şehirlerde Kürt asıllı köklü ailelerin birçoğu Türkçe konuşmayı tercih eder. Her kuşakta ‘baş hanım’ olarak Türk gelin getirmeye özen gösterirler.
Şimdi gelelim 19. yüzyıla. 1820’lerden itibaren Osmanlı devleti bu beylikleri darmadağın ediyor. Ordu gönderip, kimini üç ayda, kimini üç yılda yerle bir ediyor. Yeni askeri ve sivil bürokrasi kuruluyor. İl ilçe idaresi kuruluyor. Vergiyi direkt devlet kasasına toplamaya başlıyorlar. Bu işlevlerin etrafında, muhasebesiyle, mahkemesiyle, bankasıyla, gazetesiyle yeni bir idareci kadro oluşuyor. Bu kadronun ortak dili kesinlikle ve sadece Türkçedir. Kısa zamanda il ve ilçe merkezlerinde Türkleşen ve kendini Türk olarak tanıtan bir orta sınıf şekilleniyor. Kökenleri Kürt olabilir, Ermeni dönmesi olabilir, merkezden atanmış memur olabilir. Fakat kimlik Türktür. Dil de Türkçedir.
20. yüzyıl başına gelindiğinde, idari merkez rolündeki belli başlı kentlerin hepsi ağırlıkla Türk kentidir. Van merkezde nüfusun yarısı Ermeni, yarısı Türktür. Öyle anlaşılıyor ki köylü Kürt de olur da kente taşınırsa, az zamanda sihirli bir dönüşüm geçirip Türk oluyor. Diyarbakır merkezde Kürtçe değil Türkçe konuşuluyor ve belli başlı ailelerin hepsi Türk, veya Türk olma iddiasında. Osmanlı İmparatorluğu’nun her tarafında bu model yaygındır. Balkanlarda da bunu görürsünüz. Türkler yönetici sınıftır. Kökeni ister Anadolulu olsun, ister Arnavut veya Boşnak veya Pomak olsun, şehre göçtüğü zaman, ya da sınıf atladığı zaman, yahut eğitim görüp az buçuk devlet veya yargı mekanizması içinde bir yer sahibi olduğu zaman otomatikman Türk olur. Türkçe konuşmaya başlar. Türkle evlenir. Osmanlı yönetici sınıfı kozmopolit bir sınıftır. Çok kökenlidir; anası Arnavut’tur, babası Girit’ten gelmiştir. Bu şekilde bir karışımdır. Fakat o karışımın mahsulüne Türk adı verilir.
Yanısıra o toplumun kent hizmetlerinin büyük çoğunluğunu üstlenen gayrimüslimler var. Van şehrinde 20. yüzyıl başında şehir nüfusunun yaklaşık yarısı Ermeniydi dedik. Diyarbakır’a geldiğiniz zaman, şehirlinin yarıya yakını Türk, %20-30 gibi bir Ermeni nüfusu var, Süryani nüfus var, çeşitli diğer Hristiyan azınlıklar var. Bir miktar Kürt de vardır mutlaka ama Kürt görünmemeyi tercih ederler çoğu zaman. Çemişgezek ve Pertek’te kasaba halkı besbelli ki eski Kürt beyleri ile yerli Ermeni soyundan gelme, fakat kendilerini Türk olarak tanımlayan bir kesimdir. Mardin’de hakim zümre Süryani Hristiyan, egemen dil Arapça, yanısıra Süryaniden dönme bir Arap Müslüman sınıfı var. Bitlis’in yönetici ailelerinin çoğu kendini Türk sayıyor. Bu ailelerin hemen hepsinin içinde Ermeni kadın unsuru vardır. Yani her Türk’ün ya annesi ya anneannesi ya büyük teyzesi Ermenidir.
20. yüzyılda Ermeni nüfusunun tasfiye edilmesi Türkler açısından hiç beklenmedik bir sonuç doğurdu. Adeta kendi kendilerini ayaklarından vurdular. Çünkü Ermeni nüfus ortadan kalktığı zaman Van şehri olsun, Diyarbakır olsun, Bitlis olsun, Mardin, Sivit olsun yaşanmaz şehirler haline geldiler. Dişçi ararsan dişçi yok. Terzi ararsan terzi yok. Sigorta şirketi ararsan bir sigorta şirketi yok. Eşin dergilerden gördüğü son Paris modasına özense konfeksiyon getirecek mağaza yok. Çünkü bu işleri yapan zümre, o şehirlere az buçuk kozmopolit bir kültür ve ekonomik altyapı sağlayan zümre ortadan kalkmış.
Sonuçta ne oldu? Cumhuriyet döneminde bu şehirlerin Türkçe konuşan seçkin sınıfları ufak ufak yol aldılar. Çocuklarını okumaya Ankara’ya, İstanbul’a gönderdiler, kendileri de onun peşinden ilk fırsatta göçtüler. Metropolde okumuş olan oralı gençler akıllarına bile getirmedi memlekete dönmeyi. Bunun sonucu 1960’lara kadar bu şehirlerin ve tüm bölgenin adım adım çökmesi, çürümesi, köhnemesi, Ortaçağa rücu etmesidir. 1960’a gelindiğinde Doğunun kentleri yaşanamayacak yerlerdir. Bunun ardından ekonominin kalkınmaya başlamasıyla beraber köylerden kentlere muazzam bir göç ve bunun sonucunda bütün bölge şehirlerinin peydepey Kürtleşmesi başlar. 1970’lerin kaos yılları dönüşümün işaret fişeğidir. 1993-94’te terörle mücadele kisvesi altında kırsal alanda silahlı kuvvetlerin estirdiği terör, yine kentlere kitlesel göçle sonuçlanır.
Mardin’e benim ilk gittiğim yıllarda, 1970’lerin sonu, şehirde Kürtlerin esamisi okunmazdı. Kırsal alan Kürttü. Şehir merkezi Arap ve Arapça konuşan Süryani idi. Sert bir zıtlık vardı bu ikisi arasında. Mardin’in şehirli insanıyla sohbet ettiğiniz zaman “Buraya biz Kürt sokmayız” gibi bir sözleri sıklıkla duyardınız. Hatta bu yüzden Kızıltepe kenti devasa bir büyüme gösterdi ve Mardin’den daha büyük bir yerleşim haline geldi. Kızıltepe ile Mardin arası 20 kilometredir fakat Kızıltepe bir Kürt kentidir. Kürtlerin şehre göç basıncı Mardin’de engellenince Kızıltepe’nin şişmesine yol açmıştır. Zamanla o duvar da yıkıldı ve bugün Mardin merkezde artık Kürtler bildiğim kadarıyla sayısal çoğunluğa sahipler.
Aynı durum Diyarbakır’da. Diyarbakır şu anda yüzde seksen doksanlar oranında bir Kürt kenti. Van’da Kürtler açık farkla çoğunlukla. Bitlis’te ortak kültür sadece Kürtçe.
Cumhuriyet rejiminin yüz yıl içinde Fırat’ın doğusundaki net kazanımı bu bölgenin tamamıyla Kürtleşmesi olmuştur. Daha önce Kürtler bu bölgenin unsurlarından bir tanesiyken, sayıca kalabalık fakat güç ve imkanlar açısından kırsal alana sıkışmış bir toplumken, bugün neredeyse homojen olarak ezici çoğunluğa sahipler. Bunun doğurduğu birtakım sosyal talepler var ki bu taleplerin önüne geçilmesinin imkansız olduğunu düşünüyorum. Kısacası Kürtçenin, o bölgenin resmi dili veya resmi dillerinden biri olması bence kaçınılmazdır. İsterseniz evinizde konuşmanıza izin veririz şeklinde değil, okullarda öğretilen, devlet dairelerinde konuşulan, yayın hayatına egemen olan dil haline gelecektir. Siz nüfusu 20 milyonu aşan bir bölgede ezici çoğunluğun konuştuğu ve gurur duyarak konuştuğu bir dili ilelebet bastıramazsınız. Mümkün değildir böyle bir şey. Eninde ya da sonunda kabul etmek zorundasınız. Bu bölgede Kürtçe konuşuluyor. Burada yaşamak isteyen herkes, Türkler dahil olmak üzere, Kürtçe öğrenmek zorundadır.
Bölgeyi biraz olsun tanıyan biri için bu söylediğim bariz bir gerçektir. Tartışılacak bir şey değildir. Bunun geciktirilmesi sadece sıkıntının büyümesine yol açar. Sonunda patlamaya yol açar. Dünyanın hiçbir yerinde kalmadı artık, 20 küsur milyon homojen nüfus, kendi bölgesinde yüzde 87-90’ları bulan bir oranda egemen bir kitle. Kendi dili var, az buçuk yayın hayatı var. Böyle bir yerde sen bu dili, folklorik bir unsur kalsın, evinizde konuşursunuz, türkü çığırırsınız deyip bırakamazsın. Yok öyle bir dünya artık. Liderlerini tutuklarsın, yerel yönetimleri kapatırsın, şehirlerini bombalarsın, bir süre geciktirirsin. Fakat bunlar beyhude çabalardır. Sonuca varabilecek şeyler değildir.