Divanı Lugati Türk sahte mi
Pazar Sohbeti
18 Temmuz 2021
0:00
0:00
anahtar kelimeler
metin
Divanı Lugati Türk ve Mem u Zîn adlı eserler gerçekten var mı yoksa 19. yüzyılda Türk ve Kürt milliyetçiliğini körüklemek ve beslemek amacıyla uydurulmuş eserler midir? Keşke birisi gerçekten açık fikirle araştırsa ve bulsa ne iyi olur.
Mem û Zîn’in epigrafik tarihçesi hakkında bilgim yok, o yüzden Divan hakkında konuşmakla yetineyim.
Divan-ı Lügat-ı Türk’ün bilinen tek yazması 20. yüzyılın ilk yıllarında, 1914 civarı sanırım, tesadüfen sahaflarda bulundu. Kilisli Rıfat Bey tarafından yayınlandı. Muazzam ilgi uyandırdı. Türk ulusal kimliğinin yeniden keşfi, daha doğrusu Türk ulusal kimliğinin yeniden inşası sürecinde önemli bir basamak oldu. Düşünün ki hükümet, 1913’ten başlayarak büyük bir heyecanla Osmanlı’dan bağımsız bir Türk milli kimliği inşa etmeye çalışıyor. Ve tam o sırada, Kolomb’un Amerika’yı keşfetmesi gibi, daha önce kimsenin doğru dürüst bilmediği bir kıta olan İslam öncesi Türk dilinin eksiksiz el kitabı ortaya çıkıveriyor. Bu işte bir bit yeniği aramak doğaldır sanırım. Düşünün ki en az 300 ve hatta 700 yıldan beri kitabı gören kimse olmamış. Sonra tam lazım olduğu sırada, pat, bulunuvermiş.
Divan-ı Lugat-ı Türk nedir biliyorsunuz. Arap sözlükçülüğünün en parlak çağında Bağdat’ta yazılmış bir sözlüktür. Tahminen 1070 yılı civarında kaleme alınmış, önsözüne göre 1077’da halifeye takdim edilmiş. Selçukluların Orta Doğu’yu fethi arifesinde Türkçenin birkaç farklı lehçesinin çok kapsamlı bir envanteri çıkarılmış. Yazarının rastgele biri olmadığı aşikardır. Belli ki geniş bir sözlük kültürüne sahip olan ciddi bir araştırmacı, dilbilim teorisine hakim, geniş bir kültürel hazineden beslenen biri imiş. 20. yüzyıla dek Türkçe’nin bu kadar başarılı bir başka sözlüğü yapılmadı.
Metnin gerçekliğine dair yargımız da işte bu son dediğimde gizli. Divan-ı Lugat-i Türk çok esaslı bir sözlük. 20. yüzyıl başında Osmanlı Devleti içinde veya dışında bu kalitede ve bu kapsamda bir sözlük yazabilecek kimse yok. Yazmayı keşfeden Ali Emiri Efendi’nin cidden geniş kültürel müktesebata sahip biri olduğu anlaşılıyor, fakat kıyaslanabilecek başka eseri yok. Kilisli Rıfat Bey’in ve diğer Türk Ocağı münevverlerinin yapay bir dili sıfırdan inşa edip tutarlı bir sözlüğünü yazabilecek kapasiteye sahip olduklarına dair bir ipucu da yok elimizde.
Diğer olasılık: 11. yüzyılda değil de daha sonra yazılmış olabilir mi bu sözlük? Bu bence 20. yüzyıl başında yazılmış olmasından daha ciddi kuşku. Ve eğer doğruysa Türk dili tarihine ilişkin sonuçları çok daha dudak uçuklatıcı cinsten.
Divan-ı Lugat-i Türk’ün eldeki yazmasının Miladi 1266 tarihinde kaleme alındığı söyleniyor. Bu bilgi ne kadar doğrudur, emin olamıyorum. Türkolojinin emekleme yıllarında milli davaya gönül vermiş Türk akademisyenlerin nüsha tarihlendirme konusunda nasıl yanılabildiklerine daha önce bir yazımda Yunus Emre bağlamında değinmiştim. Fakat 1266 rakamını baz alırsak, metnin bu tarihte telif edilmiş olması mümkün müdür?
Bunun ne kadar şoke edici bir fikir olduğunu kavramak için birazcık o dönemin tarihini bilmek lazım. Şöyle bir durum var: 14. yüzyılın ilk on yılında, çok şaşırtıcı bir şekilde, hakikaten şoke edici bir şekilde, bir ucu Bursa’ya, öbür ucu Çin Seddi’ne, kuzeyde Volga boylarından güneyde Kahire’ye dayanan sahada mebzul miktarda Türkçe yazı üretilmeye başlanmış. Bu ancak bilinçli bir politikayla olabilir, başka türlü olmaz. Bilinçli bir politikayla yeni bir kültür dili olan Türkçe yazı dili üretilmiş. Bundan önceki 250 yılda Türkçe yazılmış olan hemen hemen hiçbir şey yok. 250 yılın öncesinde ise Divanı Lugati Türk yazılmış, Kutadgu Bilik yazılmış, arkaik bir Türkçe ile birtakım eserler yazılmış. Yani öyle görünüyor ki Türkler 900’lerden 1070’lere kadar bir sürü şey yazmışlar, sonra 250 sene susmuşlar, yahut susmamışlar da başka dillerde yazmışlar. Sonra 1310 yılları civarında birdenbire Türkçe yazmaya başlamışlar. Soru şu, 1071’den önceki Türkçe metinlere gerçekten güvenebilir miyiz?
Cevabı muhtemelen evet güvenebiliriz. Ben en azından kendi sözlük çalışmalarımda Divanı Lugati Türk ve Kutadgu Bilik’in otantik metinler olduğu ve söylendiği tarihte kaleme alınmış olduklarını varsaydım. Fakat böyle bir soru bir yandan da içimi kemirmeye devam etti. Ya doğru değilse?
El yazmaları sanatıyla ve tarihiyle birazcık haşır neşir olanlar bilirler. El yazmalarında neyin hakiki, neyin sahte olduğunu kestirmek muazzam bir bilmece alanıdır, bir labirenttir, içinden çıkılmaz bir hadisedir. Çünkü matbaa kitapları gibi değil, bir kere matbaadan çıkınca iş bitmiyor. El yazmaları sürekli olarak üretilmiş ve sürekli olarak yeniden üretilmiş şeyler. Bir yayın evi tarafından değil, şahıslar tarafından üretilmişler. Hocamın kütüphanesinde güzel bir kitap görürüm. Bir yazman bulurum, bir servet öderim, şunu kopyalayıver derim. Ama biraz kısalt, masraftan kısalım. İçinde günün padişahını rahatsız edebilecek pasajlar var, onları kes. Bazı kelimeler anlaşılmıyor, şimdiki kuşaklar bilmez onları, güncelleyiver. Bak bir de benim çok sevdiğim başka bir yazarın makalesi var, onu da arkasına ekleyelim. Bu metni benden gören benim öğrencim veya sonraki kuşak da aynı mantıkla müdahalelerde bulunabilir. Sonuç olarak kuşaktan kuşağa ve el yazmasından el yazmasına, kitaplar tanınmayacak ölçüde değişebilir. Direkt sahtekarlık olması da şart değil. İmlası upgrade edilebilir, yani güncellenebilir, günün imlasına uyarlanabilir. Yanlış okunabilir, yanlış aktarılabilir. Yanlış aktarılan metin bir süre sonra norm metin haline gelebilir. Bunlar el yazmalarının kaderinde olan hadiselerdir. Bunların detektif gibi izini sürmek muazzam keyifli ve muazzam zor bir sanattır. Filoloji denilen ilim dalı bundan çıktı biliyorsunuz. Eski el yazmalarının sıhhatini kontrol etme, tespit etme sanatı ve bilimi, yüzyıllar boyunca en önemli akademik disiplinlerden biriydi.