Din bir inanç meselesi midir
Pazar Sohbeti
11 Haziran 2023
0:00
0:00
anahtar kelimeler
metin
Din bir inanç meselesi. İnanmayan bir insana nasıl dayatabilirsiniz ki bir dini?
Hayır, din bir inanç meselesine indirgenemez. Dinin çok küçük bir boyutudur inanç. İnanç dediğiniz şey, öyle ahım şahım bilimsel dayanağı olmayan birtakım eski öyküleri gerçek zannetmek. Oysa bundan çok daha kapsamlı ve önemli bir kavram din.
Çoğu insan bugünün dünyasında din deyince bir inançlar manzumesi anlıyor. Allah, melek, kitap, peygamber gibi birtakım simgesel inançları dinin kendisi olarak düşünüyorlar. Oysa bana öyle geliyor ki, hele birazcık tarih konusunda gözünüz açıksa bilirsiniz, inanç, dinin en yüzeysel katmanıdır. Pastanın üzerindeki kremadır. Bu kremanın ön plana çıkması, dinin bir inanç meselesi olarak tanımlanması, modern döneme has bir bakış açısı. Batı dünyasında 20. yüzyıl başlarında, Türkiye’de 20. yüzyılın ikinci yarısında egemen olmuş bir fikir. Belki de dinlerin ölümü sürecinde tipik bir can çekişme aşaması. Çünkü tüm diğer donanımından arındırılıp sübjektif bir inanca indirgenen dinin uzun vadede yaşaması zor, hatta imkansız.
Tanımla başlayalım. Arapça dîn Tevrat İbranicesinden ve Aramiceden alınma bir terim. Bu dillerdeki özgün anlamı kanun, yani yasa, ve yargı yetkisi. Günümüzde İsrail’de ‘mahkeme’ anlamında kullanıyorlar bu kelimeyi. Şehir anlamına gelen medîne kelimesi de din ile ortak bir kökenden geliyor. Medine demek, bir devlet demek aslına bakarsanız. Eski Yunanca’daki pólis kelimesinin eşdeğeri. Kanunlar ve kurallar çerçevesinde örgütlenmiş insan topluluğu. Medeniyet de oradan üretilmiş bir kelimedir. Başına buyruk, vahşi şekilde yaşamayan, bir araya gelerek kurallar ve kanunlar çerçevesinde, töreler çerçevesinde yaşayan insanlar demek.
Latince religio, İngilizcesi religion. Religio sözcüğü re-ligare fiilinden, bağlamak demek. Ligatür yahut ligament gibi. Neye bağlamak? Kanuna ve kurala bağlamak. Latince yasa anlamına gelen lex, aynı kökten geliyor. Kanun, yani toplumsal yaşamı düzenleyen otorite sistemi. Neyin yapılır, neyin yapılmaz olduğunu belirleyen bir sistem.
Dünyanın çoğu yerinde, yazılı tarih döneminin çok uzun bir bölümünde din, toplumların ana organizasyon ilkesi olmuş. Hayatın her hücresini kapsayan, medeni yaşamın temel kurallarını belirleyen bir yasa. Belki Türkçe tam karşılığı töre’dir. Yasa olarak, bugünkü yasa anlayışından çok daha geniş bir spektrumu kapsar.
Bir kere, toplumun ana referans sistemidir. Hangi görüşlerin geçerli, hangilerinin daha az geçerli, hangilerinin büsbütün geçersiz olduğuna dair bir değerler hiyerarşisi oluşturur. Yeni ve beklenmedik bir görüşle karşılaştığında bu değerler sistemine başvurarak bir çözüm bulmaya çalışırsın. Değerler hiyerarşisi aynı zamanda toplumda kimin sözünün az, kimin sözünün çok geçerli olduğunu belirleyen bir güç hiyerarşisini de oluşturur. Hangi sözün ve kimin sözünün diğerlerine koz basacağını düzenler. İnsanların ortak anlatıları, ortak masalları, ortak mitleri, ortak değer yargıları, ortak otorite kriterleri var. Bunlara aykırı giden kişi, eş dost arasında, okey masasında bir laf söylediği zaman, “amaan Sevan sen sus, sen saçmalıyorsun, bilmiyorsun” derler. Bunlara uygun söz söyleyen insana ise “aa, çok efendi adam, ne güzel söyledi, bak” derler. Bu toplumdaki güç dengelerini ayarlayan bir sistemdir.
İkincisi, buna bağlı olarak, dinin fonksiyonu, ehlileştirmekdir. Birtakım değer yargılarını ve birtakım mitleri, yeni doğan çocuklara ve gençlere öğretme sistemi. Eğitim, tarih boyunca, dinin temel işlevlerinden biri olmuş. Üç yaşında, beş yaşında annesinin kucağından ayrılan çocuğun ilk gittiği yer, dini eğitim kurumu olmuş. Kutsal sayılan kitapları öğrenmiş, kutsal sayılan simgeleri ve hangi simgeleri kullanan kişilere saygı gösterilmesi gerektiğini öğrenmiş. Ahlaki tartışmalarda davranış ilkelerini regüle eden emsalleri ve hikayeleri öğrenmiş.
Üçüncüsü, din insanların günlük, haftalık ve yıllık yaşam ritmini belirleyen kurallar düzeni. Hristiyanlardan örnek verelim, sabah hangi duayı akşam hangi duayı edeceksin? Kilisenin veya mezarlığın önünden geçerken hangi simgeyi yapacaksın? Pazar günleri mutlaka kiliseye gideceksin ve kiliseye giderken düzgün giyineceksin. Yılın belli günlerinde belli azizlerin yortuları vardır, kutlamayı bileceksin. Noelde ve Paskalyada belli adetlere uyacaksın. Bunlar hayatın ritmini, hayatın rutinini belirleyen şeyler.
Diğer en önemli işlevlerinden biri dinin, insan hayatının temel biyolojik dönüm noktalarını idare etmek. Yani doğum, büluğ, evlenme, ölüm. Bunların her birini bir törene, toplumsal bir olaya dönüştürmüş din. Ve böylece onları bir anlatı içine hapsetmiş. Hayvanlar da doğuyor, cinsel ilişkiye giriyor, doğuruyor ve ölüyor. Fakat vahşilik halinden çıkarak medeni yaşama alışan insanların, bu aşamaları topluma onaylatması, topluma ilan etmesi, belirli formlardan geçmesi talep ediliyor ve bu organizasyon, din zemininde tanımlanıyor.
Dinin akidelerine içtenlikle inanmak bu sistemin işleyişini kolaylaştırır. Bu sistemin içselleştirilmesine ve insanların fazla arıza çıkarmadan bu sistemi benimsemesine yardımcı olur. Fakat, dikkat ederseniz, zorunlu bir şey değildir. Yani bunların hiçbirine inanmasan da pekala dini sistem varlığını sürdürebilir ve kendisinden beklenen işlevleri yerine getirebilir. Yeter ki ibadetine, yortularına, anlatılarına, mitlerine, yani insanların ahlaki konuları tartışırken kullandıkları emsallere, bütün bunlara itaat et. Yeter ki çocuğuna gerekli dini eğitimi ver. Bunların hiçbirinin inançla alakası yok. Din başka bir şey. Bir toplumsal otorite sistemi.
İnsanlar tanrıya inanmadan da pekala dindar olabilirler. Daha önce de değindim, hayatta üst düzey dini görevi olan insanlarla sohbet etme fırsatım oldu. Görevleri dini yönetmek, tanımlamak ve onun temsil etmek olan insanlardı. İnanç konusunda ne kadar ikircikli olduklarını hayretle müşahade ettim. Hatta derler ki, ateist arıyorsan Papaya git. Bunu da parantez içinde belirtmiş olayım.
Dini otorite Batı dünyasında 18. yüzyılda sarsılmaya başladı. 19. yüzyıl başından itibaren büyük bir hızla kan kaybetti, 20. yüzyılda sizlere ömür. Geriye, “isteyen istediği kadar inanır, bunlar güzel inançlar, bu inançları koruyana dindar denir” diye özetlenebilecek tatsız, kokusuz, ruhsuz, anlamsız bir din gölgesi kaldı.
Oysa inanca indirgediğin zaman dini yok edersin. Çünkü o inançlar, rasyonel analize vurduğunda savunulması imkansız inançlardır. Tanrı, melek, kıyamet, tanrının oğlu, diriliş, teslis, bunlar akıl dışı kavramlardır. Sosyal bağlamının dışında bir filozof gibi düşündüğünde mantıklı bir insanın inanabileceği şeyler değil, inanıyorum dese bile uzun vadede sürdürebileceği bir şey değil. Buna karşılık toplumsal yaşamınızın her hücresi dini otorite ile çerçevelenmişse, toplumdaki herkesle paylaştığınız bir değer sisteminin adıysa din, o zaman geleneğin ve düzene saygının bir gereği olarak, fazla üzerinde düşünmeden inancı da kabul edebilirsiniz. Paketin bir parçası olur. Hani derler ya, beş vakit namaz kılarsan sonunda inanırsın diye. İnanmasan da aslında çok önemli bir mevzu değildir. Ortalığı çok fazla sarsmadığınız sürece, çok fazla münafıklık yapmadığınız sürece, inanmasan inanma, kimse karışmaz size. En koyu Ortaçağda bile inancı sorgulayanlar vardı. Hint geleneksel dinlerinde nastik olmak, yani tanrılara inanmamak, geçerli bir dini mezhep sayılıyor. Senin bir dini cemaatin varsa, guruların varsa, eğitim sistemin varsa, törenlerin ve törelerin varsa, gerisi felsefi bir konu.
Bunlar çok mu radikal fikirler? Aslında değil. Biraz düşünseniz, o kadar bariz şeyler söylüyorum ki.