Diktatörler mutlu mudur
Pazar Sohbeti
26 Mart 2023
0:00
0:00
anahtar kelimeler
metin
Diktatörler genelde mutlu, keyifleri yerinde adamlar oluyor, ne dersiniz?
Hangi diktatörden söz ediyorsunuz bilmiyorum. İsminizden çıkardığım kadarıyla Sayın Aliyev’i kastediyor olabilirsiniz belki. Onu yakından izleme fırsatını bulmadım, midem kaldırmadığı için. Fakat tarihte tanıdığımız diktatörler pek keyifli bir yaşam sürmemişler genellikle. Her şeyden evvel, günlerini ve gecelerini öldürülme korkusuyla geçirmek zorunda kalmışlar. Çünkü süresiz olarak insanların kaderine hükmedenler ancak ölüm yoluyla bertaraf edilebilir ve o akıbeti hızlandırmak isteyenler her zaman çıkacaktır.
İkinci bir şey, Derinleşen Diktatörlük Paradoksu diyeceğimiz fenomen. Diktatörlük kariyerine yeni başladığında birtakım insanların eşitisin. Kavga edersin, çoğu zaman belki senin sesin daha baskın çıkar, ama öbür insanlar, “olmaz abi ben bunu reddediyorum” deme hakkına ve alışkanlığına sahiptir senin karşında. Otoriteni adım adım tesis ettikçe bu sesler susar, ortadan kalkar. İnsanların sana açıkça itiraz etmesi gitgide daha riskli bir davranış olmaya başlar. Süreç ilerledikçe, üzerinde oturduğun alan gitgide küçülür, gitgide daralan sınırlara hapsedilirsin. Öyle bir nokta gelir ki normalde en basit ve doğal olan fikir ayrılıkları dahi imkansız hale gelir. Herhangi birinin sana herhangi bir konuda itiraz etmesi çok ciddi siyasi sonuçları olan, büyük risk doğuran eylemlere dönüşür. Oysa insanların kafası durmuyor. Biliyorsun ki daha on sene önce, kariyerinin başındayken, bu insanlar seninle çata çat kavga ediyordu. Bazen onlar kazanıyordu kavgayı, patron olmaz biz bunu kabul etmiyoruz dediklerinde onlara ayak uydurmak zorunda kalıyordun. Bugün ise artık hiçbir şey söylemiyorlar. Bu insanlar değişti mi gerçekten? Yok mu oldular? Yoksa susuyorlar ve yalan mı konuşuyorlar?
Susarak sana itaat eden insanların sadakatinden emin olamazsın. Sadakati test etmek için sürekli olarak dozu artan sınavlara başvurmak zorunda kalırsın. Daha önce çeşitli vesilelerle ‘Fransa’nın başkenti Çemişgezek’ sınavını anlattım size. Gitgide büyüyen birtakım yalanlar söylemek ve bu yalanlara boyun eğdiklerinden emin olmak zorundasın. İşte o zaman büyük korku kalbini kaplayacaktır. Konuşmadıkları için, aslında kalplerinden ne geçtiğini bilemezsin. Yarın birdenbire “ha siktir lan, ne Çemişgezeği, ne saçmalıyorsun sen kardeş” demeleri ihtimali uykularını kaçırır. Bir noktadan sonra, “Evet sayın Reisimiz hazretleri, Ulu Başbuğumuz, Fransa’nın başkenti Çemişgezek’tir, Eti Türklerinden beri öyledir” diyen insanları, bunu derken gözünü kırptı ya da yeterince heyecanlı söylemedi ya da söylerken bir ayağını kaldırdı diye idam etmek zorunda kalırsın. Çünkü sadakat testinin alanı gitgide daralmaktadır. Günü geldiğinde ve sen iktidardan düştüğünde pekala bilirsin ki sana tapan veya tapar gözüken insanların hepsi 180 derece dönüp ilk taşı onlar atacaktır. Seni onlar asacaktır. Tüm diktatörlerin paradoksu, diktatörlerin kabusu budur. Sadakat meselesi.
Beni bu konuda çok etkilemiş olan bir kitaptan başka zaman da söz etmiştim. “Benjamin Constant’ın” “De l’esprit de conquête et de l’usurpation” adlı broşürü yahut uzun makalesidir. Gasp Ruhuna ve Gayrimeşru Egemenliğe Dair diye çevirelim adını. 1812 yılında Napolyon’a karşı yazdığı bir polemik. Diktatörün paradokslarını, diktatörün çıkmazlarını çok güzel analiz eden bir çalışmadır.
Diktatörlüğün ruhunu anlamak için tarih kadar belki biyografi, hatta edebiyat, tiyatro, daha esaslı bakış açıları sağlar. Shakespeare okuyun, mesela Makbet, Üçüncü Richard, “Julius Caesar”. Mario Vargas’ın romanı, Katedralde Söyleşi, Peru diktatörü Odria’nın gölgesi altında Polis Müdürü Kayo Bermudez karakteriyle sanırım diktatörlük psikolojisinin gelmiş geçmiş en unutulmaz portrelerinden birini çizmiştir. Gore Vidal’in “Julian’ı” ile Robert Graves’in “I, Claudius’ı” da akıldan çıkmayacak tasvirlerdendir.