Devlet memurları istavroz taşısın mı
Pazar Sohbeti
24 Temmuz 2022
0:00
0:00
anahtar kelimeler
metin
Kamu görevlileri toplumun bir kesimini temsil eden dini sembolleri görev yerinde taşıyabilmeli midir?
Bundan on beş, yirmi, otuz sene öncesine kadar bu sorunun cevabı netti. Olumsuzdu. Çünkü bir toplumdaki çeşitli grupları, çeşitli inançları, çeşitli çıkar gruplarını, çeşitli kültürleri, çeşitli kavimleri aşan bir soyut devlet fikri, henüz toplumların yönlendirici bir fikriydi. Bugün ise başka bir yere geldik. Artık geçerli değil bu ilkeler. 1960’larda bize öğretilen, 1930’larda, 1920’lerde Fransa’dan ve Almanya’dan ve İtalya’dan öğrendiğimiz, kökü ta Fransız ihtilaline yahut Almanların Hukuk Devleti fikrine giden kamu iradesi ideali bugün artık yok. Bugünün dünyasında bir anlam ifade etmiyor. Bu yeni dönemin normları, ahlaki ilkeleri henüz oturmadı. İnsanlar henüz el yordamıyla, birbirlerini yumruklayarak yol almaya çalışıyorlar. Yeni çağın normları neler olacak diye düşünmeye başlarsak belki daha doğru olur.
Dini sembollerin kamuda kullanımının yasak olması hepimize, daha doğrusu düşünebilen herkese, 1980’lere, 90’lara kadar son derece doğal bir ilke olarak göründü. Bu doğallığın altında birkaç tane varsayım vardı. Bir kere kamudan yasaklanan sembollerin yerine konulacak bir şeyler lazım. O çağda en azından okumuş sınıflarda, ortak kabul şuydu ki doğru olan normlar Batı’nın normlarıdır. Doğal olarak bir terbiyeli bir adamın kravat takması gerekir. Ceket pantolon giymesi gerekir. Şalvarla gelemez iş yerine. Neden? Çünkü Batı’nın normları bunlar. Folklorik kıyafetiyle, Samuray elbisesiyle de gelemezler. Neyle gelecekler? Dünya normu olan Batı kıyafetiyle.
Kadınların eteğinin diz boyu olması gerekir, ne çok uzun, ne çok kısa. Fistanla gelemez iş yerine. Ama mini etekle de gelmemelidir. Batı dünyasına, ya da yaygın tabirle “medeni dünyaya” atıfla meşrulaştırılan birtakım medeniyet normları vardı 20. yüzyıl sonlarına kadar. İnsanlar bunun yeterince farkında değildi, çünkü bu normların “evrensel” ve “modern” olduğu varsayılıyordu. Modern olmayı kim istemez?
Artık bunlar yok. Neden mesela kravatla gelsin de şalvarla gelmesin sorusunun cevabı artık belirgin değil. Otuz yıl önceye kadar belliydi. Şimdi bir kişi öyle bir norm var dese, iki kişi mutlaka itiraz eder.
İkinci bir unsura da değinmek lazım. Bireysel ve zümresel çıkarların üzerinde bir devlet fikrinin altında yatan sosyolojik gerçeklik de yeterince belirgin değildi 20. yüzyılın son yıllarına dek. Altta yatan sosyolojik gerçeklik, eğitimli bir elit, yani doğru fikirlere sahip olan, tüm toplum için yol gösterici olması beklenen bir seçkin sınıf varsayımıydı. Bir hakem sınıfı. Sayıları ülkede ancak on binlerle ifade edilebilecek bir azınlığın, belli okullarda, belli ilkelere göre eğitildikleri için, nihai karar yetkisine sahip oldukları görüşü evrensel bir varsayımdı. İnsanlar bu varsayımın farkında bile değillerdi. Ama o dönemin hangi köşe yazısını, hangi romanını, hangi sosyolojik ya da hukuki analizini okusan üç cümlenin birinde sırıtır bu varsayım.
Bugün geldiğimiz noktada artık böyle bir şey yok çünkü öyle bir sınıf kalmadı. Bir aydın sınıfı diye tanımlanabilecek bir sınıf yok artık. Herkes memur, herkes vasıfsız nefer. O zaman toplumdaki herkesin kendi zümresine ait simgeleri kamu alanına taşıması ve en kalabalık olanın borusunun en gür ötmesi doğal değil mi?
Bunları yasakladığın zaman yerine koyabilecek bir şeyin var mı? Yoksa hala 1930’ların veya 1960’ların hayalleriyle, canım biz yani ODTÜ ve Boğaziçi mezunuyuz, demek ki toplumda bizim deediğimiz olmalı, bizim zevklerimiz, bizim tercihlerimiz, bizim dinimiz veya dinsizliğimiz, bizim kıyafet normlarımız egemen olmalı diyebiliyor muyuz artık bugün?
Başka bir yere geldik. Bu başka yerin kuralları, bu başka yerin ortak düşünce zemini inşa edilmek zorunda, henüz edilmedi. Henüz yakınına bile gelinmedi. Ve bu Türkiye’ye özgü bir şey değil, bütün dünyada olan bir şey.