Devlet gücü nah sınırlanır
Blog
20 Temmuz 2021
0:00
0:00
anahtar kelimeler
metin
Devlet gücü sınırlandırılmalı. Evet, tabii. Doğru söze ne denir?
2. Dünya Savaşından sonra ‘Batı’ siyasi düşüncesi bu ilke üzerine inşa edildi. Aksini savunan Alman Nazizmi yenilmişti; aksini savunan Komünist tezler 1945’ten sonra düşman ilan edildi, marjinalleştirildi. Yeni çağın peygamberleri Karl Popper, Hannah Arendt, Raymond Aron idi. Kamu hukuku, güçler ayrımı, siyasi ve kurumsal çoğulculuk, çok partili parlamenter sistem, basın özgürlüğü, uluslarüstü kurumlar, ‘insan hakları’... Hepsinin ana fikri aynıdır. Devlet gücü belli sınırlar içine hapsedilmelidir. Bireyin özerkliği devletin suistimaline karşı korunmalıdır. Evet, ne güzel.
Derken, hiç beklemediğimiz şeyler oldu.
1. Akla ziyan teknolojik gelişmeler oldu. Devlet kurumlarının eline yeryüzündeki herkesi, bilhassa güç ve mevki sahibi olanları, an be an izleme, konuşmalarını dinleme, notlarını okuma, boş zamanlarında yaptıklarını kayıt altına alma, ailelerinin ve sevgililerinin röntgenini çekme imkanı geçti. Arzu ettikleri herhangi birini, yıllar önce can sıkıntısından göz attığı bir porno videosu yahut beceriksizce yaptığı bir cinsel girişim gerekçesiyle böcek gibi ezme yetisini kazandılar.
İşin bir ilginç yönünü gözden kaçırmayalım. Bu akla ziyan güçlerin kullanımı halâ kısmen yasadışıdır; dolayısıyla o güçlerle donatılan devlet kurumları büyük ölçüde gizlidir. En temel faaliyetleri yasadışı ve gizli olan bir devleti nasıl denetlersin, gücünü nasıl kısıtlarsın?
2. Polis azdı. Dünyanın her ülkesinde polis askerleşti, askerî donanım ve eğitimle pekiştirildi. Kendi toplumuna veya toplumun büyük kesimlerine karşı açık savaş zihniyeti ile yetiştirildi; bunun gerektirdiği becerilerle donatıldı. Sokak gösterileriyle siyasi gücü sarsma ihtimali çoğu ülkede ortadan kalktı.
Daha kötüsü, sokak gösterileriyle siyasi gücün sarsılmaya yüz tutar gibi olduğu birçok ülkede o gösterilerin diğer (daha güçlü) devletler tarafından yönlendirildiği kuşkusu belirdi.
3. Sermaye birikimi akıllara durgunluk veren boyutlara ulaştı. Kamu ile özel sermaye arasındaki sınırlar belirsizleşti; devlet fonksiyonlarının pek çoğu, paydaşlarının gelirini artırmak dışında herhangi bir kamusal sorumluluğu olmayan aktörlere devredildi.
Savaş ve emniyet, ceza infazı ve kamu sağlığı gibi temel kamu işlevlerinin önemli bir bölümü, ayrıntıları bilinmeyen sözleşmelerle özel kurumlara aktarılmışsa bunları hangi güç nasıl denetler? Kamu meydanı — agora — bu kurumların malı ise; mal sahipleri tırnaklarının sadakasıyla yayın organlarını, üniversiteleri, bilim kurumlarını, yasama meclislerinin tüm üyelerini ve gerektiğinde işe yarayacak küçük devletleri satın alacak güce sahipse, Popper’in güzellediği özgürlüklerin ne manası kalmıştır? “Kongre ifade özgürlüğünü kısıtlayan yasa yapamaz” ilkesi hangi göte don olur?
4. Bütün bunlardan daha elim ve daha vahim olmak üzere, egemen düşünce iklimi değişti. Değiştirildi. Bir önemli dönüm noktası sanırım 2001’de başlatılan ‘Teröre karşı savaş’ isterisiydi; can alıcı olan ikincisini son bir buçuk yılda sahnelenen pandemi tiyatrosunda yaşadık. Üçüncüsü ‘Küresel ısınma’ kisvesi altında ufukta görünüyor. İnsanlığı tehdit eden bunca dehşetengiz tehlikeler varken, ne yani, devlet eli kolu bağlı mı otursun? Bu devirde halâ devlet gücü kısıtlansın diye tutturanlar romantik hayalperestler değil midir? Global seferberliğe zarar veren bu gibi şaşkınların susturulması — bu devirde — şart değil midir?
Bu zihniyetin nasıl tereyağından kıl çeker gibi topluma benimsetildiğini izlemek derin bir hayal kırıklığıdır. İletişim araçları ellerindedir. Propaganda teknikleri çok gelişmiştir. Üniversiteler satın alınmış, ahlaki çapasını çoktan kaybetmiş, olağanüstü bilgisiz ve bağnaz bir kuşak yetiştirilmiştir. Halk ekonomik belirsizlik içinde ürkek, tüketimden ve hayatta kalmaktan (survival) başka hiçbir değer tanımayacak ölçüde şaşkındır. İtiraz etmeyi aklından geçirenleri susturmak çocuk oyuncağıdır. Ve polis acımasızdır.
Bu koşullarda “devlet gücü sınırlansın” teorisinin fazla bir güncelliği kaldığını düşünmüyorum. Efendim hukuk devleti, yok Avrupa insan hakları bilmemnesi, parlamenter sistem güçlensin, basında tekelleşme önlensin, sivil toplum örgütlensin, falan filan. Kaçtı o trenler. Ejderha kafesten çıktı.
Çözüm önerim yok maalesef. Bilmiyorum. En kolayı teslim olup işi oluruna bırakmak, ama ona da gururumuz elvermez. Büyük devletler arası rekabete mi umut bağlamalı? Sistemi sabote edecek ince planlar peşinden mi koşmalı? Bireyler ve küçük gruplar için sisteme karşı özerklik alanları inşa etmeye mi çalışmalı?
Dünyada bu konulara epeyi kafa yoranlar var. Okumak lazım. Aslında seyahat etmek ve tanışmak lazım, yüz yüze gelmeden fikirler gelişmez. Ama o da yasak biliyorsunuz. Çünkü halkımız pandemiden korkuyor.