Despotizm Rusya’nın kaderi mi
Pazar Sohbeti
15 Ekim 2023
0:00
0:00
anahtar kelimeler
metin
Marx’ın Rus despotizmi hakkında söyledikleri sizce doğru mudur?
Genel bir eğilim bu bende. Üniversite yıllarımdan beri kafam bu yöne işler. Son yıllarda daha da radikalleşti bakış açım. Siyaseti ve tarihi sosyoloji ile açıklamaya çalışmanın boş iş olduğunu düşünüyorum. 19. yüzyılda türemiş, 20. yüzyılda dogma haline gelmiş bir yaklaşım bu. Karl Marx da o ekolün simge isimlerinden biri. Rusya’nın ekonomisi ve mülki düzeni şöyle kurulmuştu, o yüzden üst yapı da alt yapıya uydu şeklindeki açıklamalar, siyaseti ekonomi üzerinden, sosyoloji üzerinden, antropoloji üzerinden açıklayan tezler bana sabun köpüğü gibi geliyor. Tarih, anlamsız mücadeleler ve anlamsız rastlantılar dizisidir. Tarih bir kör döğüşüdür. O döğüşün içindeki insanlar bazen sosyolojiyi, ekonomiyi kendi mücadelelerine alet edebilirler. Ama mücadelenin sonucunu belirleyen, çoğu zaman şanstır, kaderdir, kısmettir, tesadüftür. Yani, Katerina kocasını devirmeyi başaramasa, Nikola yerine başa Konstantin geçse, Aralık ihtilalinde Prens Trubetskoy son dakikada korkup kaçmasa tarih bambaşka bir tarih olabilirdi. Olmadı.
Rusya, Marx’ın zamanında, 1850’lerde, 60’larda, 70’lerde gericiliğiyle ve geriliğiyle meşhur olan bir ülkeydi. Avrupa’da “ilerici” denilen liberal ve Aydınlanmacı akımların çok güçlendiği bir devirde Rusya, adeta Metternich çağında saplanıp kalmış bir çağdışılığın simgesiydi. Antiklerikal ve antimonarşist düşünceler şiddetle kovuşturuluyordu. Avrupai fikirlere sahip aydınlara polis göz açtırmıyordu. Taşrada serflik sürüyordu; dolayısıyla malikane sahipleri üzerinde modernleşme yönünde bir baskı yoktu. Çarların despotizmi, Avrupa’da kültürlü olan herkesin lanetlediği bir şeydi. Rus entelektüelleri de bu kanıya kapılmışlardı. 1870’lerden itibaren birçoğunun görüşü, bu memleketi ancak devrim paklar, kan dökmeden Rusya adam olmaz çizgisindeydi.
Peki Rusya ile Avrupa arasındaki bu fark ne zaman ortaya çıktı sorusunu sorduğunuz zaman hayretle görüyorsunuz ki çok da eski bir şey değil. Demin söylediğimiz devirden yüz sene önce, 18. yüzyılın ikinci yarısında Rusya, inanmazsınız, Avrupa’nın en ilerici rejimlerinden biridir. Aydınlanma felsefesine ve uygulamalarına II. Katerina kadar büyük bir inançla sarılan başka bir hükümdar yoktur Avrupa’da. Belki Avusturya’da II. Josef vardır, o kadar. Fransa’da rejimle başı dertte olan Voltaire’i davet edip ona baş danışmanlık unvanı veren Rus çariçesidir. Alman Aydınlanma’sının en parlak isimlerini yüksek maaşlarla baştan çıkarıp hizmetine alan da odur. Aynı politikaları torunu olan I. Aleksandır da sürdürdü ta 1820’lere kadar.
Sonra I. Nikola çar oldu. Çok travmatik koşullarda çar oldu. Gelir gelmez ihtilalle ve suikastle karşılaştı. Rus aristokrasisinin en güvendiği adamları, kendisine sadık olduklarını zannettiği insanlar onu devirmeye çalıştılar. Bunun üzerine dehşetli bir intikam duygusuna kapıldı ve Avrupa’dan her türlü yeni fikrin ithalini yasakladı. Modern fikirlere, demokratik fikirlere, meşrutiyetçi fikirlere eğilimi olan insanları Sibirya’ya sürdü, bir kısmını astırdı. Bir istibdat yönetimi kurdu. Bu istibdat yönetimini kendisinden sonra gelen üç çar da bir şekilde sürdürmek zorunda kaldılar. II. Aleksandır bir rota değişikliğine gitmeyi denediyse de başaramadı. II. Nikola 1905’te kutunun kapağını biraz açmak istediğinde memleket patladı.
Şu hisse kapılıyorum. Dekabristlerin ihtilal girişimi 1825 miydi, 1825’ti galiba. Başarılı olsalardı, çarı devirselerdi, Rusya belki de Avrupa’nın en ilerici ülkesi olarak anılacaktı Marx zamanında. Çünkü Dekabrislerin programının ilk maddesi parlamenter düzeni kurmaktı, ikinci maddesi serfliği kaldırmaktı. Fransa 1789’da dünyanın en kapalı monarşisiyken bir şekilde ihtilali başardıysa Rusya niye başaramasın?
Tarih büyük ölçüde, ya da belki de bütünüyle, rastlantılardan ibaret bir süreç. Tarih dediğin şey sayısız aktörün birbiriyle kavga ettiği bir sahadır. Soylularla plebler, Germenlerle Latinler, Guelflerle Ghibellinler, Beyazlarla Kızıllar, Kadızadelerle ötekiler, sağcılarla solcular, muhafazakarlarla liberaller durmadan kavga ederler. Kavganın sonucu hiçbir zaman kestirilemez, çünkü sonuç bilinse zaten insanlar kavga etmez, sonucu bir yerden öğrenip ona göre davranırdı.
Taraflar birbirini alt etmek için ellerinden geleni yaparlar. Biri kazanır, onun dediği olur. Çoğu zaman onun dediği de olmaz. Bir hedef uğruna mücadele edip o hedefi ele geçiren insanlar bir de bakar ki yanlış kuş tutmuşlar, yanlış balık avlamışlar. Sosyalist devrim yapalım diye ayaklanırlar. Bir de bakarlar ki dünyanın en zorba devlet kapitalizmini kuruvermişler. Tüh, yanlış oldu, napalım deyip yola devam ederler.
Otobiyografik not: Moskova’da Ulusal Tarih Müzesini ziyaret ettiğim gün yapılmış bir sohbetten.