Covid salgını neden tehlikeli
Pazar Sohbeti
8 Ağustos 2021
0:00
0:00
anahtar kelimeler
metin
Covid pandemisini inkar eden ve tıp dünyasının bu konuda oy birliğiyle savunduğu tedbirleri aşağılayan söylemlerinizi bilim düşmanlığı olarak görüyoruz Sevan Bey. Zararlı bir propagandaya alet oluyorsunuz.
Sözde pandemi konusunda dünyanın en az yedi sekiz ülkesinden medyayı takip etmeye çalışıyorum. Bilgi ve fikir sahibi insanlarla sık sık tartışıyorum. Fakat bu konuda öyle katı bir bağnazlık hüküm sürüyor ki kamuoyunda, söz söylemeye kalktığım zaman gerçekten akıl dışı tepkilerle karşılanıyorum. Bir kısım izleyici çok şiddetli bir tepki gösteriyor, nefret etmeye başlıyor benden. Delirdi bu adam. Vah vah, üstelik az çok okumuş bir insan, nasıl yobazlarla cahillerle aynı kaptan yemek yer? Böyle bir yaklaşım var, malum. Bir de ne söylesem söyleyeyim anlamak istemeyen, anlamamakta ısrarcı olan insanlar var. Kör değneğini beller gibi döne dolaşa aynı ezberi tekrarlayan, onun dışında pek beyinsel fonksiyon belirtisi göstermeyen tipler.
Ortada temel bir yol ayrımı var. Güvenlik mi, kamusal özgürlükler mi? Bunların ikisi de önemli değerlerdir. Kamusal özgürlüklerin korunması insanlık için kritik bir değerdir. Öbür yandan insanlar korkuyorsa, ortada bir salgın varsa, ona karşı güvenlik önlemleri alınması da bir değerdir. Belli ki bir salgın var. Feci surette abartılıyor belki, ama sonuç olarak insanlar korkuya kapılmış ve bu korkunun bir şekilde yatıştırılması lazım.
Bu iki değer Covid hadisesinde karşı karşıya geldiler. İnsanlar da bu münazaranın bir ucunda veya öbür ucunda yer tutuyorlar. Benim gönlüm, benim fikriyatım, zihnim, 60 yıllık tecrübem, kamu özgürlüklerinin her şeyden daha önemli olduğu yönündedir. Fakat bunun karşıtını savunanlar olmasını da anlıyorum. Çok inandırıcı bulmuyorum görüşlerini, fakat haklarıdır, aman evladım ölmesin kaygısını ön plana koyabilirler. Buraya kadar bir sorun yok. Normal bir fikir ayrılığıdır.
Fakat olay bundan ibaret değil, bundan öte bir krizle karşı karşıyayız. Bir yanda akıllara durgunluk veren bir finans gücüyle desteklenen bir propaganda makinesi var. Karşı tarafın söz söylemesine izin vermeyen ya da onu çok hızlı bir şekilde marjinalleştirebilen, etkili psikolojik baskı ve kandırma teknikleriyle donatılmış bir reklam sanayii var. Bütün psikoloji ilmi, yüz yıldan beri bu sanayiin altyapısını oluşturmaya odaklanmış. Propaganda bombardmanı global söylemi istila etmiş. Gerçek bilgiye ulaşmak neredeyse imkansız hale getirilmiş. Bizatihi bilgi kavramı temellerinden sarsılmış. Bunun ben feci bir durum olduğunu düşünüyorum. Tarife sığmayacak ölçüde korkunç bir olay olduğunu düşünüyorum.
1940’lardan 50’lerden bu yana, Orwell’den bu yana romanda anlattıkları distopyalar oldu. Mind control, merkezi yönetim, hakikatin alt üst edilmesi, beyinlere çip yerleştirme, Truman Show gibi, gerçeğin sanallaşması ve kontrol altına alınması üzerine kurulu öyküler anlatıldı. Şimdi o öykülerde anlatılanlardan bir bakıma daha feci bir düzlemde, anonim bürokrasilerin kontrolündeki bir propaganda aygıtı dünyaya hakim olma yolunda görünüyor. Korkunç bir şey bu. Bununla mücadele etmek lazım. Bana öyle geliyor ki bu hadise siktirikten bir virüsten bin kat daha önemli bir hastalığın semptomu.
Bazı vatandaşlar da Corona ibadetini o kadar içselleştirmiş ki, hele sen bir kere Corona kap o zaman görürüz seni söylemiyle beni yenebileceklerini düşünüyorlar. Corona olsam da ölsem de ben bu fikirleri değiştirmem. Herkes bir şekilde ölüyor. Ben zaten uzatmalardayım. Hakkım olan yaşam süresini doldurmuş bir insanım. Ölsem ne fark eder, ölmesem ne ne fark eder?
Bu salgının ilk ayı içinde, eşimin büyük oğlu Londra’da hastalığa yakalandı. Bir hayli de ağır geçirdi. Üç dört gün sürdü. Peşinden benim küçük oğlum hastalığı geçirdi. Hafif atlattı. Yatağa bile pek düşmedi, iki üç gün mecalsiz oldu. Kızım geçirdi, üç gün kadar bayağı sefilleri oynadı. Küçük oğlumun sevgilisi, kızımın kocası, onlar da sırayla hasta oldular. Yani iyi kötü tanıyoruz bu mereti. Normal sağlıklı insanlar bu hastalığı ağırca bir grip olarak yaşıyor. Seksen yaş üzerinde olanlarda %7 dolayında öldürücülük oranı olduğu söyleniyor. Lakin bu rakamın da ne kadarı hastalığın ilk aylarında sağlık teşkilatının gösterdiği panik tepkilerinin eseridir, ne kadarı hastanelerde yanlış tedaviyle öldürüldü, ne kadarı alakasız sebeplerle eceline kavuşmuşken idari ve ideolojik nedenlerle Covid’den ölmüş gibi gösterildi, bunlar henüz yeterince açık değil. 65 yaşın altında bu hastalığa yakalananların ise yüzde 98 küsuru herhangi bir kalıcı hasar görmeden iyileşiyor. Bu istatistikleri aklınızda tutun. Tüm kamusal özgürlüklerimizi, insan özgürlüğünün, insan onurunun temeli olan ilkelerin hepsini feda ediyoruz. Neyin karşılığında? %99 oranında iyileşme oranı olan uyduruk bir salgın, egemen medyanın ve güçlü devletlerin el birliğiyle balon gibi şişirilip dünya kamuoyu çılgınca bir paniğe gark edildiği için.
Sizce var mı anlaşılamayacak bir şey bu anlattıklarımda? Bir akıl tutulması ile karşı karşıyayız. Toplumların yaşamında mutat olan akıl tutulmalarını aşan bir cinnet hali ile karşı karşıyayız. Sahiden bu kadar mı aklını kaybetti toplumlar, yoksa işin içinde başka bir iş mi var, şimdilik anlayamıyoruz?