Bilim neden coşar, neden durur
Blog
3 Ağustos 2021
0:00
0:00

anahtar kelimeler

metin

Avrupa hangi farka istinaden modern anlamda bilim kurumunu ihdas edebilmiştir de İslam dünyasında bu gerçekleşmemiştir?
Ortaçağda Avrupa’da kiliseden bağımsız sivil bir okumuş sınıf mı ortaya çıktı? Böyleyse aynı şey İslam dünyasında neden olmadı?
Temel fark, Rönesans’ı izleyen devirde Avrupalı bilim insanlarının kurumsal otoriteye (özetle kiliseye/dine, ki üniversite kurumu da kilisenin bir parçası idi) kafa tutma hevesi ve alışkanlığı olmalı. İslam bilimi de yabana atılır bir gelenek değildir, ama hiçbir zaman böyle bir heves ve alışkanlığı yoktur. Büyük ölçüde İslam dünyasından kopya olan Ortaçağ Avrupa’sının üniversitesinde de yoktur.
İsimleri hatırlıyoruz: Galileo, Bacon, Harvey, Kepler, Descartes, Leibnitz, Newton, Boyle, Lavoisier, Darwin, Pasteur... Hepsi mevcut entelektüel otoritenin inanç ve geleneklerine açıkça ve meydan okuyarak karşı çıkmışlar. Kafa tutmayı bir itibar vesilesi ve ahlaki ödev saymışlar. Tesadüfen birtakım yeni/aykırı sonuçlara varmaları değil mesele: Yaşamsal bir dava, bir varoluş mücadelesi.
Bu heves ve alışkanlığı nereden edindiler? Beş faktör sayabiliyorum:
1. Başlıca faktör kilise/üniversitenin kurumsal çerçevesi dışında bağımsız güç odaklarının ortaya çıkmasıdır: Aristokrasi, saray, onların desteklediği bilimsel cemiyetler. Arkanı bir yere dayamadan otoriteye meydan okuyamazsın.
Saydığım kişilerin yanılmıyorsam hepsi üniversite okumuş, fakat bilimsel kariyerlerinin büyük kısmını üniversite dışında yapmışlar. Kılıç ve para sahiplerinden coşkulu destek bulmuşlar.
2. Avrupa’nın global hegemonyasının getirdiği ekonomik refah, maddi imkanlar. Para yoksa bilim yapamazsın; açık uçlu bilimsel araştırmalara kaynak dökemezsin.
İslam’ın parlak çağındaki bilimsel canlılığın temelinde de ekonomik refah vardır. Ancak 16. yy’da Asya ve Amerika ticaretinin Avrupalıların eline geçmesiyle kaynaklar kurumuştur. İslam dünyasının rekabet gücü kalmamıştır.
3. Avrupa’nın siyasi bölünmüşlüğü ve buna karşılık bilim camiasının devletler-üstü entegrasyonu/dayanışması.
Kendi ülkende başın sıkıştığında Fransız Akademisinden yahut Weimar dükasından gelecek bir davet, kitabın Paris’te sansüre uğradığında İsviçre ya da Hollanda’da bastırma olanağı cankurtarandır.
Aynı koşullar 15. yy ortalarına dek İslam dünyasında da geçerliydi. Belh’te sıkışan soluğu Konya’da yahut Bağdat’ta alabilir, Kurtuba’da ilgi görmeyen Kahire yahut İsfahan medreselerinde sıcak bir yuva bulabilirdi. Osmanlı ve Safevi merkeziyetçiliğinin egemen olmasıyla o imkan büyük ölçüde ortadan kalktı.
4. Büyük coğrafi keşiflerin etkisiyle geleneksel entelektüel otoritenin sarsılması. Aristo’nun haberdar olmadığı kıtaları bulmuşsan geleneği artık kim ciddiye alır?
5. Matbaa sayesinde yeni fikirlerin hızla ve nispeten kontrolsüz yayılması. Matbaa olmadan Galileo’nun yahut Newton’ın buluşları kaç kişiye ulaşırdı? “Hocam rektörümüz fikirlerini uygun bulmuyor, yazıcılar da çekiniyor haliyle” argümanıyla kim başa çıkabilir?
Bu açıdan bakıldığında, bilimsel çalışmayı milli birlik ve beraberliğin bir cüzü, ulusal kalkınmanın destek unsuru olarak değerlendiren ülkelerde bilimin neden yüz yılda bir arpa boyu yol almadığı kolayca anlaşılır sanıyorum.
Batı dünyasında İkinci Dünya Savaşından bu yana devasa bir sermaye gücünün hizmetkarına dönüşen bilimin — askeri teknolojiler dışında — neden yönünü ve üretkenliğini kaybettiği sorusuna da belki bu gözlemler bir nebze olsun ışık tutabilir.