Bilim nasıl bozuldu
Pazar Sohbeti
19 Şubat 2023
0:00
0:00

metin

Doğu Ergil Hocam demiş geçen gün, inanmak mantığın, zamanın ve mekanın sınırlarını kaldırır, her şeyi mümkün kılar. Ancak doğruyu bulmak için aklın ve bilimin rehberliğine ihtiyaç vardır. Çünkü insan hurafelere de inanır. Katılır mısınız?
Bu görüş 1700’lerin başından 1900’lerin sonuna kadar aydın, iyi eğitimli, akıllı, ilerici sayılan insanlarının ortak görüşüydü. Dini dogmaların sınırlarından kendilerini kurtaran insanlık, bilgi sahrasında inanılmaz adımlar attı. Büyük başarılara imza attı. Bilimsel, diğer deyimle akılcı bakış açısının tartışılmaz zaferlerine tanık oldu.
Bugün geldiğimiz yerde ise başka bir noktadayız.
Aklın ve bilimin önderliği dediğimizde, vatandaş her gün oturup “Lavoisier” deneyini bir daha ölçmüyor. Birileri bu bilgileri test etmiş, onaylamış, biz de onlara güveniyoruz. Bilimin önderliği derken esasında şunu söylüyoruz: Kara cübbelilere değil beyaz önlüklülere inanacaksın. Birtakım A insanlarına değil, birtakım başka B insanlarına inanacaksın. Farklı bir argümantasyon tarzına sahip olan, farklı birtakım deliller getiren bu insanların sözüne daha çok güvenilir. İki yüz küsur yıl boyunca bilim insanlarının yüksek ahlakına ve bilgisine güvenmek norm sayılıyordu. Tartışacak bir şey yok, elbette bu insanlar doğruyu söylüyorlar. Öbürlerinin, yani papaz veya hoca takımının da kendilerince bazı doğruları olabilir. Fakat ikisi çeliştiğinde bilimcilerin söylediğine inanmak evladır.
Bugün bu akıl yürütme artık geçerli değil. Dönüm noktası neresiydi diye düşünüyorum. Hiç umulmadık yerde buluyorum dönüm noktasını. Şeytan bazen ayrıntıda gizlidir. İkinci Dünya Savaşı’nın son aylarında Amerika Birleşik Devletleri daha önceki tarihte benzeri olmayan bir işe girişti. Princeton’da Yüksek Araştırmalar Enstitüsü adıyla bir kurum kurdu. Dünyanın en iyi bilim insanlarını buraya topladı, sınırsız para akıttı. Burada toplanıp silahlanma konusunda, atom bombası konusunda, evrenin sırları konusunda, balistik füzeler konusunda, psikoloji konusunda, psikotrop ilaçlar konusunda, yapay zeka ve elektronik konusunda araştırmalar yapmalarını istedi. Bilim tarihinde bir kırılma noktasıdır bu. Burada toplanan insanların hepsi eski bağımsız bilim geleneği içinde yetişmiş insanlardı. Elbette devlet adına çalışma sürecine girdiklerinde bazıları ilkelerinden ödün vermedi. Bazıları Edward Teller gibi, Nazi Almanyası’nın kazandırdığı ideolojik formasyonla, devlet güdümlü bilime canla başla ayak uydurdu. Bazıları Oppenheimer gibi, ilkelerinden ödün vermeye zorlandığında derin bir ahlaki çelişki içine girdi. Bazıları Einstein gibi, bir yandan ilkelerinden ödün verirken bir yandan da yapılanları şiddetle yeren ve sorgulayan söylemlerde bulundu. Az ya da çok, ahlaki bir çıkmaza girdiler.
İlk bakışta makul ve masum görünen bu dönüşümün uzun vadede korkunç sonuçları oldu. 20. yüzyıl sonlarından itibaren bilim tamamile devletlerin güç oyununun bir hizmetkârı haline geldi. Bilimle propaganda arasındaki sınırlar gitgide belirsizleşti. Devlet hedefleri dışında araştırma yapan insanlar şiddetle susturuldu, ya da finans kaynakları kurutularak etkisiz hale getirildi. Bilimsel araştırma olağanüstü pahalı bir girişime dönüştü. Newton gibi, Galileo gibi, bir tane tüp, bir tane tüy, iki tane taş, bir defter, bir kalem, bir de mütevazı maaş dışında bir şeye ihtiyacı olmayan büyük bilim adamları yerine, milyar dolarlık yatırımlara muhtaç olan cüce bilim memurları norm haline geldi. Sermayeyi yatıran kurumların sonuç üzerinde hak sahibi olduğu bir dünyaya geldik.
Bu dünyada “bilime güven” demenin, bundan önceki çağda hocalara ya da papazlara güven demekten bir farkı kaldığını zannetmiyorum. Özetle, otoriteye güven deniyor bize. Neden güvenelim ki?
İnsanlar karanlıkta el yordamıyla doğruyu bulmaya çalışıyorlar. Medya ve resmi kurumlar tarafından dayatılan şeylerin gerçek olmadığını herkes az çok seziyor. Fakat onun yerine ne koyacağını bilmiyor. Bir kısmı komplo teorilerine savruluyor, bir kısmı ümitsizliğe kapılıp bırakıyor, bir kısmı yıldız falından medet umuyor. Bir kısmı esoterik inançlara, yeni dinlere kendilerini kaptırmış gidiyor.
Akıl her şeye rağmen çok önemli bir yol göstericidir. Aklın özü eleştiridir. Akıl demek, bana bir şey anlattıkları zaman bu doğru mudur, değil midir, içinde çelişki var mı, bildiğim olgularla çelişiyor mu, alternatif teorilerle çatıştığında hangisi ağır basıyor, bu soruları sorabilmektir. Akıl, dogmaları sorgulama alışkanlığından ibarettir. Başkaca da bir içeriği yoktur. Modası geçmez, çağı da geçmez.
Fakat aklı yönlendirecek ve besleyecek olan bilim, küresel ısınma isterisinde, çeşitli sağlık modalarının pompalanmasında, Covid olayında ve benzeri bir çok vakada gördüğümüz gibi artık hakiki bir mürşit olmaktan çıkmış bulunuyor günümüzde. Acı bir şeydir bu. Bunun sorumlularının tarih önünde hesabını vermeleri gerekir.