Batıya karşı mıyız
Pazar Sohbeti
4 Aralık 2022
0:00
0:00

metin

Neden Batıya karşısın? Bir zamanlar Batı medeniyetine hayrandın şimdi Doğu Perinçek gibi oldun.
Alakası yok, bambaşka bir yerden geliyorum ben. Ben radikal bir şekilde Batıcıyım. Tüm varlığım, tüm eğitimim, tüm fikir dünyam Batı kültürüyle şekillenmiştir. Benim bir gıdım olsun Türkiye ortalamasından farklı kılan şey de budur. İlk okuldayken Jules Verne romanlarıyla büyüdüm. Orta okuldayken Işık Lisesi’nin kütüphanesine girip oturup baştan sonra okuduğum ilk kitaplar, bir, Molière’in oyunları, iki, Voltaire’in 14. Louis biyografisi. Hepsi de aklımdadır hala. Onlarla başladım. Batı elit müziği ile yetiştim; derinlemesine sevdiğim ve hayatımın eksenlerinden birini oluşturan bir şey. Batı mimarisine, Batı’nın felsefi geleneğine derin bir saygım ve sevgim var. Altmış senede oluşmuş ve içime işlemiş bir zihniyet.
Bunun bir iki tane sonucu var. Bir, bazen İslam kültürü hakkında, İslam tarihi hakkında sizi şaşırtan bazı şeyler söylüyorum ya, o Batılı bakış açısının tipik, ileri düzey bir tezahürüdür. Bunun bazen farkına varıyorum, bazen varmıyorum. İslam dünyasını bir iman dünyası olarak değil, bir kültür olarak, bir geçmiş olarak, 1400 yıllık bir süreç olarak değerlendirmek tipik bir Batılı bakış açısıdır. Oryantalist diyorlar, ben bunu negatif bir şey değil, kelimenin en kuvvetli anlamıyla pozitif bir şey olarak görüyorum. Kendine ait olmayan bir kültürü takdir etmek ve derinlemesine anlamaya çalışmak, Batı medeniyetinin çok muazzam ve benzeri başka kültürlerde olmayan bir hasleti.
Avrupa’ya ve bilhassa Amerika’ya bugün hakim olan siyasi kadroları, yönetici sınıfı ve egemen kültürü bu derece büyük bir nefretle görmemin temelinde de bu var. Batı’yı Batı yapan, Batıyı birkaç yüz yıl boyunca, 1500’lerden 1918’e kadar, insanlığı bir yerden alıp bir yere götürmüş, öncü olmuş, motor olmuş bir güç haline getiren temel değerlerin hepsi bugün terk edilmiştir. İnkar edilmiştir, düşmanlaştırılmıştır, ötekileştirilmiştir.
Bu değerlerin neler olduğunu, onların toplumsal koşullarının nasıl oluştuğunu ayrıca tartışırız. Birçok kereler değindim. Bu medeniyeti, yani Amerika’yı boşver, Avrupa medeniyetini uzun yüzyıllar boyunca dünyada egemen kılan ve bugün hala insanlık için bir değer olarak görmemizi sağlayan şeylerin hepsi bugün bu ülkelerden silinmiştir. O yüzden ciddi bir şekilde Avrupa Birliği’ne düşmanım. Türkiye’deyken, 2010’larda filan Avrupa Birliği’ni bir hedef, bir ideal olarak görebiliyorduk. İçinde yaşadıktan sonra, Yunanistan’a yaptıklarını gördükten sonra, Avrupa Birliği’nin gerçekte ne anlama geldiğini ve kimlerin egemenliği olduğunu gördükten sonra, bakış açım ciddi bir şekilde değişti.
Amerika hakkında biraz daha farklı bir bakışım var. Amerika’nın avam kültüründen kendimi bildim bileli nefret ettim. Günün yirmi dört saati her tarafından insanı tecavüz altında bulunduran reklam kültüründen, yani yüzüne baka baka, yüzsüzce yalan söyleme sanatını ulusal kültürün temeli haline getirmiş olan bir toplumdan, olabilecek en düşük kaliteli ürünü en pahalıya satma üzerine kurulu ticaret anlayışından iğrendim. O memlekete ilk vardığım gün nefret ettim, o günden beri de o duygu geçmedi. Beyin çürütücü bir teraneden ibaret olan Amerikan müziğinden her zaman nefret ettim. Avrupa sanatının 1918’den sonra içine düştüğü krizi 1930’lardan sonra uluslararası bir moda ve ticari bir meta haline getiren Amerikan sanat endüstrisini medeniyete karşı bir saldırı olarak gördüm.
Buna karşılık orada bir müddet yaşadıktan sonra şunu da gördüm. Her şeye rağmen Amerika’yı değerli kılan, bu avam kültürünü bir parantez içine alan, onu kısıtlayan bir de elit kültürü var Amerika’da. Daha doğrusu vardı diyelim. Bu ikincisi özellikle iki kurumda kendini gösterir. Bir, hukuk ve özellikle anayasa hukuku. Amerikan anayasa hukuku bir başyapıttır. İnsanlığın büyük kültürel kazanımlarından biridir. Büyük bir mimaridir. 200 yıl boyunca işlemişler, geliştirmişler, zenginleştirmişler. İki, üst düzey eğitim kurumları. Bunların nasıl bir çöküş süreci içinde olduklarını, ben 70’lerde ve 80’lerde orada olduğum dönemde henüz fark etmemiştik. Bir kanserin başladığını o tarihte fark edememiş olmamız bir kusurdur. Fakat bu kurumlar çok esaslı bir geleneğe sahip olan, çok değerli insanlar yetiştirmiş olan kurumlardı. Amerika’nın avam kültürünün hukuka ve elit eğitim kurumlarına fazla nüfuz etmesine izin vermemişler iki yüz sene boyunca. Bunlar sayesindedir ki özünde vahşi bir ülke olan Amerika Birleşik Devletleri medeni ülkeler arasında bir müddet yer tutabildi.
Demokrasi bunun da sonunu getirdi diye düşünüyorum. Yapı değişimi birkaç kademede gerçekleşti. Önce Başkan Kennedy zamanında başladı, üniversitelerin çok büyümesi, üniversite eğitimi alanların sayısının aşırı derece artması ve dolayısıyla kalitenin düşmesi. Ona paralel olarak federal bürokrasinin büyük bir hızla şişmesi. Washington’ın gitgide önem kazanmasıyla birlikte hukuk ve üniversite elitinin gücü eridi. Bir şeyler temelden değişti.
İkinci büyük dönüşüm Clinton zamanıdır, 1990’lar; Obama zamanını da buna ekleyelim. Adım adım hukuk kurumlarının ve eski usul eğitim kurumlarının yönetim mihrakları değişti, yöneticileri değişti, kadroları değişti. Bugün geldiğimiz noktada insanlık için ancak bir felaket sayılabilecek olan bir yönetici kadronun kontrolündedir Amerika. Ve dolayısıyla Batı Avrupa.
Bu aşamada bu ülkelerin ciddi bir şekilde geriletirilmesi zor görünüyor. Umudumuz çok odaklı bir dünyanın, global anlamda daha demokratik bir dünyanın, yani ülkeler arası dengelerin daha çok odaklı olduğu bir dünyanın belki de önümüzdeki dönemde kurulacak olmasıdır.
Ukrayna Savaşını, daha doğrusu Ukrayna Savaşı bahanesiyle Amerika’nın devreye soktuğu tedbirleri, ambargoları, propaganda savaşını vs. bir katalizör olarak görmek mümkün. Seksen yıldan beri dünyanın tartışılmaz egemeni olmaya alışmış olan Amerikan rejimi, gözü dönmüş bir zorbalıkla dayattığı propagandaya rağmen bu kez dünyada umduğu desteği bulmadı. Çin gayet net olarak karşı tavır aldı. Hindistan ki gitgide önemi artan bir ülkedir, tepki gösterdi. Umulmadık bir şekilde Suudi Arabistan kopma belirtileri sergiledi. Türkiye gayet etkili, ilkeli bir duruş seçti; NATO’nun on yıllardan beri süren lokomotif etkisine kapılmadı.
Umalım ki bunun sonucu zaman içinde daha çok merkezli bir yapının belirmesi olacak. Dediğim dedik öttüğüm düdük diyen bir ülkenin, size kadınların erkek olduğunu da kanıtlarım, erkeklerin çocuk doğurduğunu da söylerim ve bunu kabul etmek zorundasınız diyebilen bir rejimin, uyduruk bir grip hastalığı yüzünden bütün toplumları kapatacağız, bundan böyle çocuklar maske takacak, okullarda da gitmeyecekler deyip bunu dayatabilen bir gücün sarsılması gerekiyor. İnsanlık için görebildiğim tek çıkış yolu budur.