Bağımsız olmak ne demek
Pazar Sohbeti
31 Ekim 2021
0:00
0:00

metin

Yunanistan’dan sınır dışı edildikten sonra üç hafta Belgrad’da kaldık. Belgrad notları.
Belgrad’da aylak aylak dolaşırken Çukur Çeşme’ye denk geldim. Sırpçası, hiç tahmin etmezsiniz, Čukur Češma imiş. İngilizcesi de Čukur Fountain olmuş. Doğru dürüst bir tabelası yok, bilmesen yürür geçersin. Halbuki tarihte simgesel önemi olan bir bir yer. Anlatayım size.
1856 yılda Sırbistan Osmanlı Devleti’ne bağlı yarı bağımsız bir beylik olur. Belgrad Kalesi’ndeki Osmanlı garnizonu kalır, fakat ülke iç işlerinde az çok bağımsız bir statü kazanır. Belgrad kentini gözünüzün önüne getirin, eski şehir biraz İstanbul gibi üçgen bir yarımadadır. Üçgenin sivri ucunda surla çevrili tarihi kent, Belgrad Kalesi, Osmanlı yönetiminde kalır. Sur dışında ise Sırpların borusu öter.
1862’de Çukur Çeşme’de birkaç Sırp delikanlı ile Türk zaptiyesi arasında abuk subuk bir nedenle kavga çıkar. Türk polisi, Türk polisinin her zaman yaptığını yapıp gençlere bir güzel girişir, kargaşada genç bir fırıncı yamağı ölür. Olay büyür. Aynen Gezi olaylarında Berkin Elvan yahut Ethem Sarısülük’ün polis tarafından katledilmesinde olduğu gibi halk galeyana gelir. Şehir ahalisi karakolları basmaya ve yakaladıkları polisleri hırpalamaya başlar. Ölenler olur. Sonunda yabancı ülke konsoloslarının araya girmesiyle olaylar yatıştırılır, el sıkışılır. Kale muhafızı Aşir Paşa ortam sakinleşinceye kadar zaptiyeleri kaleden dışarı salmamaya söz verir. Fakat Paşa öfkeden kudurmuştur, teröristlerin cezasız kalmasına gönlü razı olmaz. Şehre top ateşi açmaya karar verir. Saatler süren bombardımanda Belgrad kenti yerle bir olur, yüzlerce kişi ölür. Olay uluslararası bir krize dönüşür. İngiltere, Avusturya, Rusya devreye girerler. Sonuçta Osmanlı hükümeti pardon demek zorunda kalır. Art arda birkaç diplomatik yenilgiden sonra nihayet 1867’de Belgrad Kalesi dahil Sırbistan’daki bütün askeri mevzilerden çekilmeyi kabul eder.
Esas ilginç olan, bu olayın Türk tarafındaki siyasi tepkileridir. İşin başında, batmış bir imparatorluğu reformlarla ve diplomatik cambazlıkla yüzdürmeye çalışan Âli Paşa vardır, uzun a ile. Osmanlı Devleti’nin görüp göreceği en büyük reformculardan biridir. Fakat radikal vatanperverlerin vatan-millet-Sakarya, yahut pardon, vatan-yahut-Silistre ajitasyonu karşısında eli kolu bağlıdır. Karşı cephenin başında Cumhuriyet Halk Partisi’nin manevi atası olan Namık Kemal ile henüz paşa olmayan Ziya Bey vardır. Âli Paşa’ya karşı adeta Sözcü Gazetesi gibi bir yıpratma kampanyasına girişirler. Başlıca iddiaları, Belgrad Kalesi’ni bir silah atmadan teslim eden bu adamın vatan haini olduğudur. Sonunda siyasi durum çığırından çıkar. Namık Kemal ve arkadaşları tutuklanıp yurt dışına sürülürler. Sıkıyönetim ilan edilir. Osmanlı’nın Tanzimat hayalleri başka bahara kalır.
Türk muhalefetinin klasik kalıplarını görüyoruz burada. Hep aynı temaları görüyoruz. Türk polisi basit bir kavgayı kontrol edemeyerek ölçüsüz şiddet kullanma yoluna gidiyor. Tıpkı Diyarbakır’ı, Cizre’yi, Nusaybin’i yerle bir ettiği gibi Belgrad’ı yerle bir ediyor. Bunun üzerine yabancı devletler işe karışıyorlar. Aman insan hakları falan diyorlar. Ve Türkiye geri adım atmaya mecbur ediliyor. Bunun üzerine Türkiye’de “ilerici” geçinenler, vay nasıl haklarımızdan vazgeçerler, koskoca devletin onurunu ayaklar altına aldılar diye Harbiye Marşı eşliğinde ayaklanıyorlar. Adeta Karagöz Hacivat oyunu gibi döne dolaşa hep aynı temaların tekrarlandığı fasit daire sahneleniyor.
Bir başka şeye de burada dikkat çekmek lazım. 19. yüzyılda Osmanlı’da ne zaman bir kriz çıksa Fransa, İngiltere, Rusya, Avusturya müdahale ederdi. Böylece Osmanlı hükümeti, hassas iç dengeler nedeniyle atmaktan korktuğu düzenlemeleri kerhen de olsa kabul etmek zorunda kalırdı. 20. yüzyılda Türkiye tam bağımsızlığını elde etti. Tam bağımsızlık özetle şu demektir: Türk polisi kendi vatandaşlarını istediği gibi öldürebilir. Şehirlerini bombalayabilir. Rastgele bin tane köyü boşaltıp yakabilir. Kimse karışamaz. Çünkü bağımsızdır.
Türk inteligensiyasının, Türk milli bağımsızlık konseptinin ne olduğunu bundan daha iyi anlatabilecek bir çerçeve var mıdır? Oh ne ala bağımsız olduk, elin gavuru işimize karışmıyor. Devletimiz istediği gibi keyfi kararlar alabiliyor. Daha güzel esir alıyor Türk toplumunu.
Yabancılar karışsa daha mı iyi oluyordu? Onu iddia edemiyorum. Yabancı devletlerin iyi niyetli olduğunu varsayamayız. Yani Türk devleti kendi halkını siker, yabancılar sikmez diye bir kural yok. Onlar da yapar, aynı şeyi yaparlar. Ama soru şudur: Bir tane sikicinin olması mı iyidir, rakip birkaç sikicinin olması mı iyidir?
Tartışmaya değer bir konudur. Ulusal bağımsızlık, ulusal kurtuluş, anti-emperyalizm, cumhuriyet tartışmalarını belki bu eksende tartışmak lazım. Daha doğrusu, diğer eksenlerin yanı sıra bu ekseni de göz önüne almak lazım.
Otobiyografi notu: İlk gençliğimden aşağı yukarı 2020’ye kadar bu bakış açısı bana tartışılmayacak bir gerçeklik gibi görünmüştü. Yabancı “hakemlerin” aşırı güçlenmesinin ölümcül risklerini Covid ve Ukrayna krizlerinden sonra daha fazla idrak ettim.