Avrupa’nın marjinal dilleri nasıl canlanıyor
Pazar Sohbeti
22 Mayıs 2022
0:00
0:00
anahtar kelimeler
metin
Yolculuk notları.
Paris’ten yola çıkıp İspanya’nın kuzeybatı köşesinde Santiago de Compostela’ya varıncaya kadar Avrupa’nın marjinal dillerinden üçüyle temas ediyorsun. Onları size anlatayım.
Fransa’nın güneyine inince, Limoges kentini, Limousin bölgesini aşıp Auvergne’e girdiğin zaman, Güney Fransızcası dediğimiz ayrı dil başlıyor. Fransızca, biliyorsunuz, Orta çağlarda iki ayrı dildi. Biri Kuzey Fransızcası, yani asıl Fransızca, diğeri Güney Fransızcası, ki aslında Frenk dili değil, daha çok Katalancaya yakın bir dil. Kuzey Fransızcasının adı Langue d’oil: ‘Evet’ yerine o zamanlar oil diyorlarmış, şimdi oui diyorlar, ismi oradan. Güney dilinde ise ‘evet’ için oc kelimesini kullanıyorlar, o yüzden Langue d’oc. Yani Oc dili, Oksitan dili de deniyor. Fransızcadan epey farklı bir dil. 12.-13. yüzyıllarda kadar Kuzey Fransızcasından daha gelişkin bir dildi. Daha erken yazıya geçirildi, daha zengin bir edebi gelenek üretti. Daha şehirli, daha klas bir dildi. 13. yüzyıldan itibaren Kuzey Fransa geldi, bunlar zındık, bunların dini bozuk diye bir güzel ezdi geçti güneyin üstünden. Kuzeyin dili yüksek kültür dili, eğitim dili, toplumda yükselmek isteyenlerin konuşacağı dil oldu. Güney Fransızcası gitgide marjinalleşti, köylü dili haline geldi. Birçok bölgede kayboldu. İki üç kuşak öncesine dek köylük yerlerde, bilhassa kadınlardan, Kuzey dili hiç bilmeyenler varmış. Hala mesela Albi gibi, Toulouse gibi yerlerde Oksitan lehçeleri konuşuluyor. Fakat 1945’ten bu yana eğitimdi, okuryazarlıktı, şehirleşmeydi derken dil ölmeye yüz tutmuş.
Şimdi büyük bir canlandırma çabası var. Her kasabada, köyde Oksitan kursları açılmış. Oksitanca bilmek bir kesimde itibar simgesi haline gelmiş. Köy ismi tabelaları iki dilli. Yerel ve organik olma sevdasındaki ürünler çift dilli etiketlerle pazarlanıyor.
İki dilin en temel farkı ne? Kelime başındaki /k/ sesi, Ortaçağda kalın ünlüden önce Kuzey Fransızcasında, tıpkı Kürtçedeki gibi /x/ sesine dönüştü. Yani ka yerine xa demeye başladılar daha kaba oldukları için. Daha sonra 15. yüzyıl gibi bir tarihte xa sesi kalktı, şa oldu. Mesela Güney dilinde cantal, telaffuzu /kantal/, kaya demek. Kuzey dilinde şantal. Bir de Kuzey dilinde kelime sonundaki ünsüzlerin hepsi yutulur, Güney Fransızcasında bunların çoğu korunmuştur. Ünlüler düzeni farklı, kelime dağarcığında çok farklar var. Özellikle yer adlarında çok net olarak Güney Fransızcayı okuyabiliyorsunuz. Birkaç günüm orada geçti; bu konulara meraklı olduğum için epey ilgilendim, bulabildiğim her kırıntıyı okuyup çözmeye çalıştım.
Sonra İspanya’ya geçiyorsunuz. İspanya’nın Atlantik kıyısındaki dirseğinin içi Bask bölgesi. Baskça hiçbir şeye benzemeyen bir dil. Bir iki Avrupa dili bilirsen diğer tüm Avrupa dillerini, iyi kötü çözebiliyorsun, ne demek istediklerini kestirebiliyorsun. Baskça tamamen ümitsiz iş, günler geçirsen hangisi fiil, hangisi özne, hangisi sıfat çözemiyorsun. Ve bütün resmi tabelalar Baskça. İspanyolcayı boykot etmişler. Dikkat sola dönülmez, yahut ne bileyim 100 metre ileride parking gibi tabelaların hepsi Baskça. Ticari tabelaların önemli bir kısmı Baskça. Duvardaki konser ilanları, gösteri yürüyüşü bildirileri Baskça. Kolaysa anla. Navarra vilayetinde Baskça ve İspanyolca bir arada, fakat önce Baskça sonra İspanyolca kullanmaya özen gösteriyorlar. Sonraki iki vilayette, Gipuzkoa ve Bizkaya yani, Baskçadan başka dil görmüyorsun. Radyoda hangi istasyonu kurcalasan Baskça. Tek kelime anlamak mümkün değil.
Ondan sonra geldik Galicia denilen bölgeye. Burası İspanya’nın en kuzeybatı köşesi, Atlantik rüzgarlarının estiği yer, inanılmaz derecede yeşil ve dağlık, kafanızdaki İspanya imgesine hiç benzemez bir yer, san ki Doğu Karadeniz. Burada konuştukları dil Galego. İspanyolcası Gallego yazılıyor, /gayego/ okunuyor, ama yerli adı tek l ile Galego. Bu dil aslına bakarsanız Portekizce, Portekizcenin bir lehçesi. Ortaçağda 15. yüzyıla kadar Galicia diliyle Portekiz dili tek dilmiş. O dilde yazılmış yazılar, vekayinameler, destanlar, şiirler duruyor. O devirden sonra Portekiz, İspanya tahtından ayrılıp ayrı bir krallık olunca kendi yoluna gitmiş. Kendi inovasyonlarını üretmiş, kendi imla standardını oluşturmuş. Galicia halkı ise İspanya içinde köylü bir azınlık olarak varlığını sürdürmüş. Yine burada da tabelaların büyük çoğunluğu çift dilli. Banka reklamları, emlak reklamları, cep telefonu reklamları genellikle sadece Galego dilinde. Ulusal bankalar ve hatta uluslararası markalar dahi ‘bak biz yabancı değiliz, sizdeniz, İspanyolca kullanmıyoruz’ mesajını vermek için özel bir çaba harcamışlar sanki.
Galego ile İspanyolca birbirine yakın diller. Kabaca Türkçe ve Azerice gibi. İspanyolca bilirsen iyi kötü öbür dili de anlıyorsun. Yazımı komik sadece, collegio yerine colexio yazıyorlar mesela. Artikeller farklı. İspanyolcada el ve la kullanılır artikel olarak. Bunlar o ve a kullanıyorlar tıpkı Portekizliler gibi. Ama sizin diliniz Portekizce dediğin zaman da çok kızıyorlar, asla değil, lehçe değil, bağımsız bir dil, vatan millet sakarya diyerek coşuyorlar.
Avrupa’da malum, üç binanın birinde orada yaşamış olan kıymetli şahısların plaketleri vardır. Onları okumayı önemserim ben, ülkenin ruhunu anlamak için bire birdir. Hep ana vatan Galicia’ya derin bir aşkla bağlı olan ünlü şair bilmem kim, halkbilimci filan, halk müziğini derleyen falan. Son derece kuvvetli bir Galicia milliyetçiliği var.
Bütün Avrupa’da bu hadise çok belirgin. Yerel dillerin ve yerel kültürlerin son 20-30 yıl içinde canlandırılmasına ve ön plana geçmesine tanık olduk. Size daha önce İskoç Gaelcesi konusunda bilgi vermiştim. Welsh hakkında bilgi vermiştim. Yazılarım da vardır. İsviçre’de Romanşça, Almanya’da Sorb dili. İtalya’da mesela, daha önce bilmediğim bir şeydi. İtalya’nın kuzeyinde, Milano yakınında Bergamo kenti var. Altı ay önce İtalya’dan geçtiğimde oraya uğradım. Bergamo’nun köylerinde, 15-20 kadar köy hepsi, oralarda konuşulan bir Bergamasco dili varmış. Bir Latin dili, yani tıpkı İtalyanca gibi Latinceden türemiş bir dil. Fakat İtalyanca değil, ayrı dil. Bütün sokak tabelalarını, köy isimlerini, trafik levhalarını iki dilli yapmışlar. Avuç içi kadar yer sonuç olarak, yirmi köy bile değil.
Düne kadar bunlar, köylü lehçesi diyerek aşağılanan dillerdi. Ancak evde ninenle konuştuğun ve doğrusu bilinmesini de pek istemediğin dillerdi, çünkü senin statünü düşüren bir şey idi bunları konuşmak. Şimdi ise lokal kültüre dönüş prim yapıyor. Egemen global paradigmaya karşı bir başkaldırının, yerel değerlere bağlanma ihtiyacının bir tezahürü olarak görülüyor. Bu açıdan Batı Avrupa ile mesela Türkiye ve Yunanistan gibi daha ilkel kültürlerin önyargıları arasında taban tabana bir zıtlık görüyorsunuz. Daha düne kadar kim derdi ki günün birinde Bask ülkesinde İspanyolca tabela kalmayacak?
Bir iki kişiye sordum, Galego dilini kiminle konuşuyorsun diye. Herkes bilir mi diye sordum. Burada, dedi, bu kasabada, bu şehirde, bu vilayette herkes hem İspanyolca hem Galego bilir. Kendisi anne babasıyla Galego konuşurmuş, ama kardeşleriyle İspanyolca daha rahat gelirmiş. Neden diye sordum. E okuduk dedi. Okuyunca İspanyolca daha kolay gelirmiş. Çok tipik bir hadise bu. Biz de annem babamla Ermenice konuşurduk. Ama kardeşimle genellikle Türkçe konuşuruz. Yıllardan beri Kanada’da yaşadığı için bazen de İngilizce konuşuruz.
Kuşak meselesi. Bir dil böyle ölüyor.