On şehir yapacaksan bir kere Avrupa’nın olmazsa olmaz şehirleri var. Londra, Paris, Viyana, Berlin. Hayatta bunları bilmek lazım. Birisi anlattığında, Sen Mişel’den çıkıp Sen Jermen’e döndüm diye, gözünde canlandırabilmen lazım. Oradaki kurumları, kafeleri, restoranları, müzeleri, eğlence yerlerini, turistik yerleri kafanda bir yere oturtabilmen lazım. Dünya coğrafyası hakkında bir fikir sahibi olmak için şart.

Bundan sonra, madem on ile sınırlıyorsun, beş tane de biju şehirlerden söz edelim. Aşağı yukarı beş yüz tane sayabilirim bunlardan ama beşte kalalım. Bunlar dünyanın sürükleyici motoru olan şehirler değil, fakat dünya bir yerlere sürüklenirken bir köşede kalmış ve iyi ki kalmış dediğim yerler. Tabii Venedik şaşmaz, Floransa şaşmaz, bence Siena da şaşmaz. Siena daha küçük bir şehir öbürlerinden ama çok güzel bir mücevher. Bir şehrin meydanı nasıl olmalı konusunda adeta bir ders. Sonra Prag, unutulmaz bir şehir. Çok sevimli bir yer.

Nee, Barcelona yok mu diyor biri. Bilmem, ben Lizbon diyecektim. Çok cana yakın bir şehir, insanın aşık olacağı bir yer. Porto fiziksel mekan olarak Lizbon’dan daha güzel ama küçük, Lizbon’da daha fazla fırsat kapısı var. Hangisinde kalıp çalışayım dersen, hangisinde kendine eş bulma şansın daha fazlaysa orası. Dil meselesini de sakın unutma. Soyut bir tercih değil önündeki, sonsuz yeteneklerle donatılmış da değiliz. Hangisine daha kolay adapte olacağını düşünmek lazım.