Avrupa Araplara borcunu nasıl unuttu
Pazar Sohbeti
9 Mayıs 2022
0:00
0:00

metin

Bir sohbetinizde Avrupa’da üniversite müessesesinin evvel emirde İslam dünyasından kopyalandığını iddia etmiştiniz. Buna dair kaynak verebilir misiniz? Veya mevzuu biraz daha aydınlatabilir misiniz?
Cezaevindeyken Hastings Rashdall adlı muhteremin üç kalın ciltten oluşan 1895 basımı “The Universities of Europe in the Middle Ages” adlı klasik eserini okumuştum. İngiliz Ortaçağ tarihçiliği büyük bir gelenektir, çok büyük ustalar yetiştirmiştir. Bu, o ekolün güçlü eserlerinden biri. Bir cilt Oxford ve Cambridge hakkında, bir cildin yarısı Paris Üniversitesi, kalanı İtalyan şehir üniversitelerine dair. Bir cilt Almanya ve diğer Avrupa üniversiteleri. Belge belge, detay detay, yıl be yıl, okuma listeleri, hoca listeleri, yönetmelik tartışmaları, öğrenci ayaklanmaları düzeyinde, binlerce dipnotlu çok esaslı bir çalışma. Bunu büyük zevkle, altını çizerek falan okumuştum. Arap etkisi konusu ilk orada çarptı beni. Hatta yazarın açıkça söylediğinin ötesinde çarptı, satır aralarında çarptı.
Üniversite geleneğinin İtalya’daki ilk temsilcisi 1100’lü yıllarda Salerno’da kurulan tıp fakültesi. Kurucusu Tunuslu bir Arap, belki Hristiyan bir Tunuslu, Konstantinus Afrikanus adı, Afrikalı Konstantin. İtalya’ya tüccar olarak geliyor. Avrupa’daki tıp biliminin ilkelliği karşısında dehşete düşüyor. Memleketine dönüp sıkı bir tıp eğitimi görüyor. Gemi dolusu kitap yüklenip Salerno’ya geliyor ve orada dost olduğu Salerno Başpiskoposunun desteğiyle ilk tıp okulunu kuruyor. Bu tarihten yüz yıl sonra üniversite unvanını alan Salerno Tıp okulu bütün Avrupa’daki tıp fakültelerinin anasıdır. Oradan gidip Grönobl’daki meşhur tıp fakültesini kurmuşlar. Oradan dallanıp budaklanmış Avrupa’ya. Salerno’nun bütün müfredatı Arapçadan çeviri.
Padua Üniversitesi, Avrupa’nın en köklü, en eski üniversitelerinden biri. 1200’lerin sonuna ait astronomi konusundaki okuma listesine bakıyorsunuz. On iki tane kitap okutuyorlarmış birinci sınıf öğrencilerine, altısı Arapçadan çeviri. Diğerlerin birçoğu Arap kaynakları üzerine modellenmiş şeyler.
Bolonya Üniversitesi hukuk eğitiminin kâbesi, oradan başlamış modern Avrupa hukuk eğitimi. İlk ders kitapları orada yazılmış. O kitaplardan başlayıp daha sonra Avrupa’daki üniversitelerde 19. yüzyıla kadar okutulan hukuk kitaplarının jenealojisini, yani şeceresini kurabiliyorsunuz. Hangi kitap hangi kitaptan fikir çalmış, hangisi hangisinin yerine geçmiş, zincirleme 300, 500 yıl boyunca izleyebiliyorsunuz. Avrupa hukuku içerik bakımından eski Roma hukukuna dayanır. İslam hukukuyla alakası yoktur. Fakat Avrupa’da 12. yüzyıla kadar Roma hukukunu kodifiye etme, yani mantıklı bir sistem olarak tanımlama çabası olmamış. Ancak 2. veya 3. Haçlı Seferi zamanında girişmişler öyle bir işe. O dönem Avrupa’nın İslam dünyasıyla kültürel alışverişinin en yoğun olduğu noktadır. Avrupa’daki mühim insanların hepsi o tarihte bir kere doğuya gitmişler. Savaşçı olarak gitmişler, ticaret için gitmişler, turist olarak gitmişler, her türlü gitmişler. Suriye’de, Mısır’da, Tunus’ta ne oluyor, ne bitiyor, 12. ve 13. yüzyıl Avrupa’sı haberdar. Bolonya Hukuk fakültesinde Roma hukukunu kodifiye etme, mantıki ve teorik altyapılarını kurma teşebbüsüne doğrudan doğruya İslam hukuk geleneğine nazire olarak girişmişler. Müslümanlarda var böyle bir hukuk teorisi, bizde niye yok diye sormuşlar. Efendim, onların Kuran’ı varsa bizim de eski Roma hukukumuz var, onun üzerine inşa ederiz demişler. Matematik konusunda, fakülte eğitim programının düzenlenmesi ve usulü konusunda, daha birçok konuda, İslam dünyasından kopya çekmişler. Medrese İslam dünyasında 11. yüzyılda ortaya çıkmış bir kurum. 11. yüzyılda İslam dünyasında ortaya çıkan medresenin kopyası, Avrupa dünyasında 12. yüzyılda palazlanmış. 1203-1204 yıllarından itibaren, universitas adıyla, yani bugünkü adıyla örgütlenme yoluna gitmiş.
Heyecan verici bir konudur, unutulmuş ve gözden uzak kalmış. Avrupa, 1000’li yıllardan başlayıp, 15. yüzyıl ortalarına dek İslam dünyasına gıpta ile baktı, kültürel model olarak baktı. Avrupalı açısından İslamın itikadı bozuktu şüphesiz. Fakat tıp konusunda, matematik konusunda, mimarlık, müzik, ticaret, ticaret hukuku, egzotik bitkiler geliştirme ve yetiştirme, egzotik hayvanlar ithal etme konularında Avrupa’dan fersah fersah ileriydiler. Onlardan ne kapabiliriz, ne öğrenebiliriz diye baktılar. Sonra bu ilişki yavaş yavaş bozuldu. 15. yüzyılda Osmanlı’nın İstanbul’u alması sembolik dönüm noktasıdır. O noktadan sonra bozuktur Avrupa’nın İslam dünyasıyla ilişkisi.
Bozuk olmanın ötesinde İslam dünyasını küçümsemeye, aşağılamaya, yetersiz ve bozuk görmeye başlarlar. O noktada ilginç bir şey olur. Şu fikir yayılır: Bu Arapların bildikleri her meğer şey Eski Yunan’dan kopyaymış. Biz niye Araplarla vakit kaybedelim? Onları baypas edelim, eski Yunan’ı keşfedelim! Bu zihniyet 15. yüzyıl ortalarından itibaren Avrupa’nın kültür dünyasına egemen olur. O güne dek bakış açısı farklıdır. Yunan ve Roma medeniyeti asıldır. Bunu Arap ve İslam almış, yeni bir senteze ulaştırmıştır. Şimdi Avrupa, Arap ve İslam’dan almaktadır. Sürekli bir aktarım zinciri söz konusudur. 1450’lerden sonra bu bakış açısı değişir. Ara tabakayı kaldıralım, Arapları baypas edelim, doğrudan doğruya kaynaktan su çekelim şeklinde özetlenebilecek, daha radikal veya daha naif bir yaklaşım Avrupa’ya hakim olur.
Eski Yunan kültürünün keşfi bir bakıma Avrupa için Arap’tan kurtulmak için bir kaldıraçtır. Biz Yunancayı iyi öğrenir, antik Yunan metinlerini hatasız bir şekilde yorumlamayı ve yayınlamayı başarırsak İslam dünyasını yok etmiş olacağız şeklinde özetlenebilecek yeni ideoloji, 1450’lerden itibaren Avrupa’ya hakim olur. Rönesans ve Hümanizmdir bu ideolojinin adı. Avrupa’nın yeni geliştirdiği kültürel eğilimleri ve gelenekleri rasyonalize etmek için kullandığı bir dayanaktır.