Aristokrasi mi meritokrasi mi
Pazar Sohbeti
5 Temmuz 2020
0:00
0:00
anahtar kelimeler
metin
İyi okullarda okuyan gençlerin genelde aileleri de tahsilli kişiler. Zeka ve başarı sınıfsal şeyler midir?
Öyledir tabii. Ölçülü olması şartıyla öyle olması da iyi bir şeydir.
Her toplumu zıt yönlere çeken iki dinamik vardır. Bir yanda aristokratlaşma dinamiği. Şöyle tarif edeyim. Bir toplumda şöyle ya da böyle, vurup kırıp, çalıp çırpıp gücü ve sermayeyi ele geçiren insanlar olur. Bunların doğal insani içgüdüsü, gücü kendi aileleri içinde sonraki kuşaklara aktarmaktır. Aristokratlaşma budur. İkinci, üçüncü, dördüncü kuşakta ‘iyi aile çocuğu’ dediğimiz, önceki kuşaklarda edinilmiş seçkin statüsü olan kişilerin seçkinlik pozisyonuna yükselmesidir. Klasik bir örneği 18. yüzyıl Avrupa’sında görülmüştür. Ticaret yoluyla, korsanlık yoluyla, askerlik yoluyla, yolsuzluk yoluyla bir şekilde insanlar vura kıra yükselir. Sonra gücünü irsi bir unvana tahvil eder, dük olur, kont olur. Çocuğu da dük olur, kont olur. Onun torunu da olur. İyi koşullarda yetişirler, iyi okullarda okurlar. Kibar insanlar olurlar. Dolayısıyla kurucu dedenin birtakım hasletlerinden, meziyetlerinden yoksun kalırlar. Yumuşarlar.
Bu trend fazla ileri giderse toplum bir dizi hastalığa maruz kalır, hiç olmadığı zaman gene bir dizi hastalığa maruz kalır. Kapatırsan kapıları, yani dışarıdan yeni kana geçit vermezsen, kapılara bekçi koyup “Hop kardeşim damsız girilmez” dersen, alt tabakalardan gelen insanların sisteme girmesini engellersen sistem tıkanır, aptallaşır. Kazanılmış mevkileri koruma sevdasına düşer. Ve bir süre sonra bu durum isyanla sonuçlanır. Kapının önünde çok fazla aday birikir, sonunda kapıyı güm diye yıkar, içeri girerler. Beşinci kuşak dükleri, kontları boğazlarlar.
Buna karşılık sadece meritokrasi olsun, sadece yetenekli olanlar yükselsin dersen, bunun da sonucu toplumsal elitin güvensiz ve korkak olmasıdır. Osmanlı devletinin metodudur. Her sınıf ve zümreden yetenekli gençleri toplar, en yüksek mevkilere kadar yükseltir. Ama canı istediğinde kellesini alır. Aynı şekilde, Türkiye Cumhuriyetinin metodudur. Köyden alır, okutur, memur yapar. O insan hayat boyu başkentin saraylarında ürkek ve güvensizdir. Kişiliğini ortaya koyma alışkanlığından yoksundur. Hiçten geldiği için hiçe dönme korkusuyla yaşar. Otoriteye karşı, en büyük mafya olan devlete karşı, zayıftır. “Biz bu devletin asli sahibiyiz, sekiz kuşaktan beri buradayız, sen kimsin” diyebilecek bir seçkin zümreye sahip olmayan bir toplum, belkemiksiz bir toplumdur.
Marifet bu iki zıt dinamiği karşılıklı belli bir denge içinde tutabilmektir. Yüzde yüz aristokrasi de, yüzde yüz meritokrasi de hastalıklı durumlardır. İkisinin kıvamını tutturmaktır marifet.