Amerika’nın vahşi ruhunu kim yönetiyor
Pazar Sohbeti (Düzenlenmiş)
22 Aralık 2019
0:00
0:00
anahtar kelimeler
metin
Amerika’nın bedenini mesken tutmuş olan o vahşi ve acımasız ruhu anlatır mısınız? Kim yönetiyor o ruhu?
Amerika, evet, vahşi bir yönü olan bir ülkedir. Sonuçta vahşi bir ülkeyi iskan ettiler ve vahşi bir mücadeleyle bu ülkeyi 200 yılda adam ettiler, az çok medeni bir hale getirdiler. Bu mücadelenin izleri halen Amerikan bilinç altında son derece güçlüdür.
Amerika aynı zamanda bunun bir tür panzehri olarak ahlaki bir söylemi, insanın artık içini bayacak kadar seven ve kullanan bir ülkedir. Yani iki yönü var Amerikan kimliğinin. Bir yandan vahşi kapitalizm ve Teksas var. Diğer yandan dünyanın en ahlakçı ve en vicdan kumkuması diyebileceğimiz kültürü olan Boston var. Boston ve Teksas Amerika’nın iki kutbudur. Bu iki kutup arasında gider gelir ülke.
Şunu da teslim etmek lazım. Eğer siz dünyanın polis gücü olmaya soyunmuşsanız, acımasız olmadan olmaz bu iş. Gaddar olmadan dünya polisi olamazsınız. Yoksa kimse sizi kale almaz, sen işine bak kardeş diyerek yollarına devam ederler.
Görebildiğim kadarıyla 1991’de Sovyetler Birliği çöktüğünde ABD yönetici kadroları içinde bir kesim bunu tarihi bir fırsat olarak değerlendirdi. Galaktik imparatorluk şimdilik dursun, yeryüzünün tek ve egemen polis gücü haline gelmenin tam zamanı budur diye düşündüler. O yıllarda, hatırlarsınız, Amerikan değerlerinin bundan böyle dünyaya egemen olacağına dair inanılmaz derecede naif bir inanç ortalığı sarmıştı. Francis Fukuyama’nın ‘tarihin sonu’ tezleri, bir tür Devlet-i Ebed Müddet hayaliydi. ABD ceza yasalarını rastgele başka ülkelere teşmil etme hakkını iddia ettiler. Ekonomik yaptırımlarla dünyayı yönlendirebileceklerini düşündüler. Yurt dışındaki askeri üslerinin sayısını deli bir tempoyla artırdılar. Bu eğilimin öncüleri, o dönemde Neo-Konservatif adı verilen kadroydu. Esasen Liberal elitler içinden gelen, fakat o dönemde Demokrat Parti onların yaklaşımına sıcak bakmadığı için 2010’lara dek daha çok Cumhuriyetçi Parti etrafında kümelenen bir zümreydi. Clinton döneminin sonlarına doğru ciddi bir güç odağı oldular. 2000 yılında esasen darbe niteliğinde olan şaibeli bir seçimle İkinci Bush’u iktidara getirdiler. 2001’den itibaren çok cüretkar birkaç hamleyle yönetimi ele aldılar. 2008’den sonra Barack Obama’yı tamamen avuçlarına alıp, asıl yuvaları olan Demokrat Parti’ye döndüler.
Bu insanlar bizim yaşıtlarımızdır. Aynı yıllarda aynı üniversitelerde bulunduk, birkaçını şahsen tanıma imkanını da buldum. İktidar hırsıyla gözü dönmüş, ilkesiz ve felsefesiz insanlardır. Amerikan kapitalizminin her türlü ahlaki çapadan yoksun pragmatizmiyle maluldürler. Tarih bilgileri kısıtlıdır. 1969-sonrası Amerikan akademizminin, malumat açısından zengin fakat bilgeliği hor gören entelektüel vakumunda yetişmişlerdir. Soğuk Savaş yıllarının tüm önyargılarını miras almışlardır; Rusya’yı kolayca İkinci Dünya Savaşı Almanya’sının klişeleriyle özdeşleştirirler. Fakat bir Eisenhower’ın, Kennedy’nin, Foster Dulles’ın ahlaki ciddiyetinden behreleri yoktur. Dünyayı video oyunu gibi görürler: “Tüh, gene öldüm Mayk, üç ömrüm kaldı.”
Trump’ın 2016’da seçilmesi bu kadro için bir geri adımdı. Tüm yatırımlarını Bayan Clinton’a yapmışlardı. Aslına bakarsanız böylesi bir taktik hata yapmaları dahi, kendi zannettikleri kadar akıllı bir ekip olmadıklarının delilidir. Clinton gibi toplumun çok büyük bir kesimini tiksindiren bir isme kendilerini angaje etmeleri, aşırı kibirden ileri gelen bir şımarıklığın ifadesiydi. Hataydı. Ne kadar güçlü olurlarsa olsunlar yanılabileceklerini ve alta düşebileceklerini gösterdiler. Neyse ki Trump korktukları gibi etkili bir rakip çıkmadı. İktidarı gerçek anlamda ele geçiremedi. Çocukça hobilerle vakit öldürüyor. Bir daha seçim alması zor görünüyor. Kazansa da kazandırmazlar bence.