Almanya’da imar suçluları hapse girer mi
Pazar Sohbeti
24 Nisan 2022
0:00
0:00
anahtar kelimeler
metin
Almanya’da sıradan bir insanın ortalama hukuki standartları, Türkiye gibi ülkelere göre daha iyi gibi duruyor. Örneğin Nişanyan, Almanya’da aynı fiil nedeniyle hapis yatar mıydı?
Evet yatardı. İmar kanunu dünyanın her yerinde şiddet tehdidiyle uygulanır. Ve buna göstere göstere, bilerek, isteyerek ve mükerreren karşı çıkan biri her ülkede cezalandırılır, belki Türkiye’den daha da ağır bir şekilde cezalandırılır. Bundan kuşkum yok.
Fakat problem o düzeyde değildi, mahkeme düzeyinde değildi, ondan çok daha önceydi. Allahın unuttuğu bir köyde, aklı başında olan herkesin görebileceği üzere yalnız o köye değil, bir bütün olarak Türkiye’ye, bir bütün olarak insanlığa güzel bir örnek oluşturan bir adam var. Bunun için canla başla uğraşan, ailesini geçindirmekten öte kayda değer hiçbir menfaat beklentisi de olmaksızın uğraşan, bunu yaparken ne devlete ne kişilere, ne kimsenin mülkiyet hakkına, ne kimsenin özgürlüğüne, ne kimsenin manzarasına, ne kimsenin keçisine zarar vermeyen biri var. Makul bir devlet yapısına sahip olan, yani devlet yapısı toplumla makul bir diyalog içinde olan bir ülkede, öyle ya da böyle, yerel yönetim olmazsa orta yönetim, orta yönetim olmazsa hükümet bu adamı destekler.
İmar planı yapalım diyorlar. Ben ana hatlarıyla bir imar planı hazırlayıp götürdüm onlara. Bundan daha iyi bir imar planı da yapılamazdı ve yapılamadı Şirince’ye. İyi niyet olduktan sonra çözüm yolu bulunur. Çünkü ortada bir çıkar zıtlığı yok. Birinin ayağına basmıyorum, birinin köpeğine hoşt demiyorum. Düzgün, herkes tarafından beğenilen, ekonomik olarak köye fayda sağlayan birtakım işler yapıyorum. Fakat Türkiye’de çözüm bulunamaz.
Bulunmamasının içinde birkaç düzeyde sebepler var. Birincisi, tabii adamın soyadının Nişanyan olması önemli bir engeldir. Mekanizma şöyle işler. Oradaki küçük korkak memurların hepsi, abi biz seni severiz aslında, çözülmeyecek iş değil, ama neme lazım bana laf gelir yaklaşımıyla olaya taş koyarlar. Çünkü yerel düzeyde olsun global düzeyde olsun, her türlü politik eylem bir ittifaklar meselesidir. Ne bileyim, belediye başkanı senden yanadır, bilmem ne partisi de seni destekler, oranın üç tane ileri geleni de seni destekler, hayda deyip gidip kaymakamı ikna edersiniz. Adın farklı olunca ittifak kuramıyorsun. Çünkü korkuyorlar. Hepsinin tavrı aynı: Ben önyargılı değilim abi, valla değilim, ama yani başkaları, kusura bakma benim de çoluğum çocuğum var. İlk günden başla son güne kadar hep yaklaşımla karşılaşırsın.
Ondan daha da önemli olan başka bir boyut Türkiye’nin genel kültür bölünmesidir. Her halinden ‘batı’ dediğimiz kültürün sahibi olan, şehirli, gözlüklü, okumuş, Türkçeyi belli bir aksanla konuşan bir insana karşı yine o doğal refleksle, devlet kademelerinin tamamı, özellikle 1980’den bu yana ele geçirmiş olan proleter sınıfı, kuşku ve nefretle bakar. Onlara yol vermez, izin vermez.
Benim başımı Şirince’de derde sokan meseleler bunlardı. Bu iki boyutlu hadiseydi. Bir etnik ve dini ayrım, iki sınıfsal ayrım. Bu ikisi herhangi bir medeni devlette kolaylıkla çözülecek birtakım problemlerin çözülmez hale gelmesine yol açtı. O noktada ben de bir güç mücadelesine giriştim. Açık açık, bilerek, isteyerek, göstererek suç işledim. Daha üst kademelerde bir şekilde birileri uyanacak ve diyecek, ne saçmalıyorsunuz lan, olmaz bu yaptığımız diyecek diye bekledim. Diyebilirlerdi de, olabilirdi öyle bir ihtimal. Selçuk’ta olsun, İzmir’de olsun, Ankara’da olsun aklı başında insanlar yok değil. Olayın boyutlarını kavrayabilen, haklısın Nişanyan, ne yapalım da çözelim diyen bir sürü insanla karşılaştım. Sonra Türkiye’de rüzgar değişti. 2013’te Türkiye’de güç dengeleri değişti Türkiye’de. Yanısıra İslamcılığın kudurmuş versiyonuna karşı söz söyleme ihtiyacını hissettim. O noktada artık hiçbir ümit kalmadı yukarıdan. Hapse girdim.
Batı ülkelerinin ortalama hukuk düzeninin Türkiye’den çok daha iyi olduğunu düşünmüyorum. Umursamazlık, ahmaklık, rüşvet, art niyet, yolsuzluk, bunların hepsi var, bütün ülkelerde var. Amerika’da feci boyutlarında var, Yunanistan’da var, Fransa’da da var, Almanya’da da var, hepsinde de var bunlar. Gündelik hukuk ihtilaflarında, ceza hukukunda, medeni hukuk ihtilaflarında üç aşağı beş yukarı hepsinde aynı şeyler yaşanıyor. Türkiye’de farklı olan sanırım kamu yönetiminin tüm kademelerini etkileyen dini, milli ve sınıfsal taassuptur.